Toplumsal Mücadele
Zaferimiz, Özgürlüğümüz ve Şehitlerimiz…
30 Eylül (1993), Abhazya’nın zafer ve özgürlük günüdür; Abhazya’da ve Kafkasya’da kazandığımız gün... 30 Eylül zaferi yurtseverliğin, dostluğun, kardeşliğin, vefanın ve fedakarlığın destanıdır. Bu zafer tüm Kuzey Kafkasyalı’ların, anavatan ve diyasporanın ortak zaferidir.
2012'nin Gündemi
2012 böyle başladı; debelendikçe daha da içine çeken bir bataklık gibi. Sanki aklım, yüreğim, bedenim esir düştü. Ocak bitti. Takvimden sildim, yok saydım. Bakalım, gelecek aylar ne gösterecek. Neyse ki kar, karamsarlığımı örtmek için daha kararlı, beni özgür kılmak için daha istekli. Umudum var, belki değişir ve hep olmakta olana dönüşür. Umudum var, eksilmesin..
Sınav Yılı
2013 bizim için zor bir yıl olacak. Sorunlarımız ağırlaşacak ve artacak. Bu sorunlarla başa çıkma kabiliyetimiz kadar, sorunların çoğunda muhatap konumunda olan Rusya ile ilişkilerimizi yönetme becerimiz de sınavdan geçecek...
Çare Birliktir, Birlikte Yürümektir
Bu açıklama 2011 yılında yapılan Kaffed Genel Kurulu öncesi yayımlanmıştır. Bölünmek, kardeş Kafkas halklarının hiçbirine hayır getirmez! ÇARE BİRLİKTİR, BİRLİKTE YÜRÜMEKTİR… Biz Kaf dağının kardeş çocuklarıyız. Aynı kökten yeşerdik, aynı kandan-tenden türedik, aynı dili-kültürü devşirdik. Aynı toprağın, aynı havanın, aynı suyun insanı olduk ve geçmişten bugüne birarada yaşadık. Aynı kaderi paylaştık, aynı sevinçleri-acıları bölüştük. Birlikte savaştık, birlikte yendik-yenildik, birlikte kırıldık ve sürüldük. Ve diyasporada hayata birlikte tutunduk; aynı köylerde-mahallelerde, aynı cemiyetlerde-derneklerde omuz omuza varoluş savaşı verdik.
Çerkeslerin Talepleri
Prof.Dr. Ayhan Kaya tarafından yürütülen "Türkiye’de Eşit Yurttaşlık Alanında Çerkeslerin Talepleri: Siyasal Katılımın Kurumsallaştırılması" projesi kapsamında Sezai Babakuş ile gerçekleştirilen mülakat metni Egitim 1. Kendi kişisel geçmişinize baktığınızda ilkokuldan buyana eğitim alanında nasıl bir muamele ile karsılastıgınızı anlatırmısınız. Eğitim süreciniz eşitlikçi mi, ayrımcı mı, yoksa hoşgörüye dayalı bir süreç olarak yaşandı? Sakarya’nın Hendek ilçesine bağlı, nüfusun tamamı Abhaz (Abaza) olan bir köyde doğdum. İlk duyduğum ve öğrendiğim dil anadilim olan Abhazca’dır; ninniler, masallar, fıkralar, özlü sözler, gündelik yaşam diyalogları hep Abhazca’dır.
Bahar Muştusu
Amerikalı oyun kurucular yavaş yavaş dillendirmeye başladı, ‘Arap Baharı’ndan sonra sırada ‘Kafkas Baharı’ varmış. Gila Benmayor, 30 Eylül 2011 tarihli Hürriyet’teki köşesinde, şimdi ‘Atlantik Konseyi’ adlı düşünce kuruluşunun başında bulunan ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’la yaptığı konuşmaya dayandırıyor, ‘Kafkas Baharı’ muştu’sunu… Amerikalılar pratik ve pragmatik insanlardır, dünyaya çeki düzen verme işinde çağa uygun yöntemler bulmakta ve bunları iletişim illüzyonuyla dünyaya satmakta hamarattırlar. Yakın zamana kadar bu işi doğrudan CIA, Pentagon, NATO vb.
Hal ve Gidiş
Son dönemlerde toplumsal hal ve gidişatımızda iyiye alamet gelişmeler oluyor. Uzun yıllardır toplumumuzu hapseden atalet kozasını yavaş yavaş kırmaya başladık; bir yandan kurumsal örgütlerimiz daha aktif hale gelmekte, bir yandan da platform, forum, girişim, inisyatif vs. oluşumlar, internet portalları ve sosyal medya olanaklarını da kullanarak alan genişletmekte ve toplumsal dinamizme ivme kazandırmaktadır. Her geçen gün daha çok düşünen-tartışan, daha çok proje-iş üreten, daha çok didinen- rekabet eden bir hareketliliğe ulaşıyoruz. Pekçoğunuz gibi ben de bazen bu dinamizmin bizi sınırsız bir didişmeye, ‘her kafadan ses çıkaran’ bir parçalanmışlığa sürüklemesinden kaygı duysam da, ‘siyasallaşma’ olarak tanımladığım ve genel hatlarıyla ‘eşyanın tabiatına uygun’ bulduğum bu süreci gayet olumlu buluyorum.
8 Mart, 12 Mart vs
8 Mart, biz erkekler için en zor gündür. Ne yapacağımızı, ne diyeceğimizi, nasıl davranacağımızı şaşırırız. İktidardan düşmüş hükümet, emekliye sevk edilmiş general, açığa alınmış bürokrat gibi afallarız. 8 Mart’ın kadınlar günü olduğunu biliriz, biliriz de ne halt edeceğimizi bilemeyiz. Dilimiz tutulur, elimiz-ayağımız uyuşur, aciz bir sırıtışla ahmak ahmak dolanırız ortalıkta. Bu kez bu rolü aşmaya kararlıyım… Önce kişisel hesaba değineyim; hayatım boyunca üzdüğüm, kırdığım, ağlattığım, kızdırdığım, küstürdüğüm, kaygılandırdığım, hayal kırıklığına uğrattığım, güvenini suistimal ettiğim, yalan söylediğim, kandırdığım, hoyrat davrandığım, zarar verdiğim, acı çektirdiğim….
Siyaset, Ama Nasıl
Diyasporadaki toplumsal örgütlülüğümüz son on yılda epey mesafe katetti. Uzun yıllar birbirinden habersiz çalışan derneklerimiz Kafkas Dernekleri Federasyonu (Kaf-Fed) çatısı altında biraraya gelerek hatırı sayılır bir güç oluşturdular. Yanısıra, çeşitli vakıflar, platformlar, inisiyatif grupları, internet portalları, yayınlar vs. derneklerimizin yetişemediği alanlarda az-çok iş ve düşünce üreterek toplumsal ihtiyaca cevap vermeye çalıştılar. Asıl sevindirici olan, on yıl öncesine kadar ‘Çerkes’ tanımını kullanmaya dahi çekinen, kültürel hakların ve taleplerin dillendirilmesini ‘sakıncalı’ addeden genel anlayışın büyük ölçüde kırılmış olmasıdır.
Zamanın Ruhu
Hepiniz gibi ben de, Tunus’ta başlayıp Mısır’ı oradan da Ortadoğu’nun diğer ülkelerini sarsan büyük dalgalanmayı ilgiyle izliyorum. Toplumsal meselelere merakımı kırık dökük tarih-siyaset bilgimle harmanlayarak olanı biteni anlamaya ve anlamlandırmaya çabalıyorum. Sanki zamanın ruhu, uygarlığın beşiğiyken sömürge konumuna düşen ve dikta rejimleri altında geri kalmışlığa mahkum edilen bu coğrafyada birşeyleri değiştirmek istiyor gibi… Henüz yorum yapmak için erken. Sorular çok. En canalıcı olanı ise, bu toplumsal başkaldırının yüzyıllardır taassubun ve diktatörlerin baskısı altındaki bu coğrafyaya özgürlük getirip getirmeyeceğidir.
Karanlığın Gölgesi
Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde, en son değerli biliminsanı Arslan Tsipinov’un öldürülmesiyle doruğa çıkan kaotik şiddet ortamı, hepimizi kaygılandırıyor. Ülkeyi teslim alan bu vahim sürecin biran önce durmasını, barış ve sükunetin sağlanmasını diliyoruz. Önceleri başkent Nalçik’de asker ve polisleri hedef alan ‘münferit’ saldırıların giderek artması, sivil hedeflere yönelmesi ve ülkenin tamamına yayılması, toplumu sindirmeye yönelik planlı-sistemli bir karanlık savaşın tırmandırıldığını gösteriyor. Nitekim, orada yaşayan dostlarımızdan aldığımız bilgilere göre, artan şiddet olayları yüzünden toplumda korku ve umutsuzluk giderek yaygınlaşıyor.
Marifetler
Bu yazıya başlık olmayı hakeden sözcüğü, en sevdiğim yazarlardan Ursula K. Le Guin’in okumakta olduğum aynı adlı kitabından ödünç aldım. Le Guin’in öyküleri, felsefi ve edebi lezzetlerle seyreltilmiş düşsel nehirlerdir. Usulca sizi kucaklar, uzaklara taşır; farklı dünyalara, farklı coğrafyalara, farklı toplumlara ve insanlara ulaştırır. Öykü bittiğinde, aslında kendi küçük dünyanızda bir yolculuk yaptığınızı anlarsınız. Kendinizi keşfedersiniz. Eğer J.R.R.Tolkien’i sevmişseniz, Le Guin’e taparsınız… Le Guin ‘Marifetler’de (roman), dağda yaşayan ve her biri farklı marifete sahip özgür klanların oluşturduğu federatif bir toplumu anlatır.
Şimdi Siyaset Zamanı
Siyasetin, fırsatları ve riskleri yönetme sanatı olduğu söylenir. Fırsatlar mevzi kazanmak, riskler ise mevzi korumak için yönetilir. Her iki durumun da ustası olmak gerekiyor. Sadece fırsatlara odaklanıp riskleri görmezden gelmek kadar, risklere saplanıp fırsatları ihmal etmek de başarısızlığa çıkıyor. Başka değişle, fırsat varken (tutuk kalıp) avallayan da, risk varken (acul olup) çuvallayan da kaybediyor… Geçmiş kuşaklarımız siyasetin fırsatları ve riskleri yönetme sanatı olduğunu iyi bilselerdi ve risk-fırsat gelgitinde yol almada daha usta olsalardı, hiç kuşkusuz tarihimiz bir başka yazılırdı.
Aydın Profilimiz Üzerine
Genel kabul görmüş pozitif tanımlamaya göre, toplumların yönlendirici gücü aydınlarıdır. Aydınlar toplumların aklı, vicdanı ve yaratıcı dinamiğidir; gelişime, değişime öncülük eden ‘mızrak ucu’dur… Yine de, toplum-aydın ilişkisi ve etkileşimi hep tartışma konusu olmuş, aydınların toplumsal konumu yetkinlik, sorumluluk, uyumluluk vs. kıstaslar ışığında daima sorgulanmıştır. Bizim gibi diyasporik topluluklarda aydının tanımı, konumu ve rolü daha karmaşıktır. Temel soru, dahil olunan (büyük-hakim) ana toplumun sosyal, kültürel ve siyasal-ideolojik hegamonyası altındayken (küçük-özgün) diyasporik toplumun aydını olunup olunamayacağıdır.
Yüzleşme
Türkiye çok karmaşık ve sancılı bir değişim-dönüşüm süreçinden geçiyor. Hepimiz olup biteni anlamaya ve anlamlandırmaya çabalıyoruz. Kimimize göre otoriter devlet yapısından demokratik devlet yapısına geçiliyor (huraa), kimimize göre ise milliyetçi oteriterliğin yerini muhafazakar otoriterlik alıyor (yuhaa)… Bir diğer önemli tartışma noktası da, sözkonusu değişim- dönüşümün iç dinamiklerle mi yoksa dış yönlendirilmelerle mi gerçekleştiği. Yani, kendi kendimizi mi dizayn ediyoruz yoksa dışardan mı dizayn ediliyoruz… Kim neyi nasıl yorumlarsa yorumlasın, sonuçta tabuların yıkıldığı ve kutsalların sıradanlaştığı bir dönem yaşanıyor.
Herkesin 12 Eylül'ü Kendine (3)
Biliyorum, bu başlık altındaki yazı epey uzadı. Yine de, kimi okuyucuların merakına binaen son bölümü yazmakla yükümlüyüm. Sıkılanlar pas geçsin, alınmam… Bir önceki bölümde Hasdal maceralarını anlatmış, Harbiye’deki Askeri Müze’nin zeminine doğru yola çıktığımı belirtmiştim. Akşamüzeri nizamiye kapısını geçip avluya girdik. Darbenin yapıldığı tarihten beri hemen hemen dokuz ay geşmiş olmasına rağmen getirilenlerin-götürülenlerin yoğun trafiği şaşırtıcıydı. Nakil assubayı kapıya gitti, dönüşü 45 dakikadan fazla sürdü, “buranın müşterisi çok, zar-zor kabul ettiler” dedi.
Kürtlere Borç Ödemek
Anayasa değişikliği referandumundan iki gün önce, 10 Eylül tarihli yazımda vicdani ret hakkımı kullanacağımı belirtmiştim. Bundan kastım ‘evet’, ‘hayır’ ve ‘boykot’ üçgeni dışında kalmaktı. Yani, sandığa gidecek, ‘geçersiz’ oy kullanacak ve nev-i şahsıma münhasır bir tavır koyacaktım. İtiraf edeyim ki, öyle yapmadım. Biraz referans aldığım aydınların ve dahil olduğum ‘78 kuşağı solcularının etkisiyle, biraz da içten içe Kürtlere borç ödeme düşüncesiyle ‘boykot’ safında yer aldım. Referandum sonuçları, nicedir bilinen dinci-muhafazakar sağın milliyetçi- muhafazakar sağdan daha geniş tabana sahip olduğu gerçeğinin tescilidir.
Referanduma Vicdani Red
Anayasa değişikliği referandumu öğle bir ayrışma yarattı ki, kırk yıllık yol arkadaşlıkları ve dostluklar ‘evet’ ya da ‘hayır’ın baskısı altında paspas oluverdi. Saflaşma toplumun tüm kesimlerini olduğu gibi yakın çevremi de etkisi altına aldı. Kimi arkadaşlarım ‘evet’in, kimileri de ‘hayır’ın girdabında. Ne yapmalı?… Aklım erdiğince referanduma konu maddeleri anlamaya, bu maddelerin bugünkü toplumsal ihtiyaçlarla ne kadar örtüştüğünü kavramaya çabaladım. Kalın kafamın ermediği noktalarda her iki tarafın savunucularınca yapılan yorumlardan sonuç çıkarmaya çalıştım.
Herkesin 12 Eylül'ü Kendine (2)
Bir önceki yazımı, 12 Eylül askeri darbesinin ardından başlayan kaç-kovala serüveni sonunda 2 Şubat (1981) akşamı derdest edildiğimi belirtmiş, Hasdal- Harbiye-Gayrettepe-Selimiye hattında sürecek 4,5 aylık bir mahpusluğa yol aldığımı söylemiştim. Şişli emniyet binasındaki toplama merkezinde dahil edildiğim kalabalığın içinden üç kişiyi yakından tanıyordum; Hüseyin Baş, gazeteci-yazar, Barış Derneği’nden; Mehmet Akan, tiyatrocu, Dostlar Tiyatrosu kurucusu ve koreografı, Tiyatro Sanatçıları Derneği’nden; Metin Deniz, ressam-sahne tasarımcısı, Plastik Sanatçıları Derneği’nden. Üçü de TİP çizgisinden. Merhabalaştık.
Herkesin 12 Eylül'ü Kendine (1)
Toplumsal hafızamız kıttır ya, otuz yıl önce üzerimizden silindir gibi geçen 12 Eylül’ü bile hükümet zoruyla hatırlıyoruz. Gündemdeki referandum, hiç değilse bu işe yaradı. Yaşı, aklı ve alakası erenler otuz yıl sonra, otuz yıl öncesinin bu kara tarihini tozlu raflardan indirip yeniden okumaya ve bilinç aynalarından gördükleri kadarıyla 12 Eylül’ü yeniden tanımlamaya başladı. Ne ala!.. Aradan otuz yıl geçmesine rağmen 12 Eylül’ü anlamada hala iki temel farklı bakış sözkonusudur. İlki, askeri müdahaleyi memleketin içine sürüklendiği kaos, kargaşa ve çatışma ortamının sonucu olduğunu söyler, kabullenir ve destekler.
"Yüz Çiçek Açsın, Bin Fikir Yarışsın"
Genel kanı, internet’in yeni bir aydınlanma çağı başlattığıdır. Buna dijital devrim diyenler de var. En sevdiğim tanım ise muhafazakar toplum bilimcilerin kullandığı ‘anarşinin altın çağı’dır. Zira dijital devrimin geniş kitlelere sağladığı ‘bilgiye ulaşma’ imkanı klasik düzeni sarsıyor, hiyerarşik yapıları altüst ediyor. Artık statüko sökmüyor, emir-komuta işlemiyor. Toplumlar devlet elitine ve yönetenlere internet sayesinde meydan okuyabiliyor; toplum-devlet ilişkisi yeniden tanımlanıyor. Şeffaflık ve hesap sorulabilirlik kurumsallaşıyor. Bu demokrasidir, özgürlüktür, özgürleşmedir. İnternet bize sadece bilgiye kolay ulaşma olanağı vermiyor, düşüncelerimizi, itirazlarımızı beklentilerimizi…velhasıl kişisel manifestolarımızı deklare etme, yayma imkanı da sağlıyor.
Kurtların Dalaşında Kuzular Kaybeder
CC’deki ilk yazımın Adige-Abhaz toplumunun özgün gündemiyle ilgili olmasını isterdim; Kafkasya’da olup bitenleri, diyaspora-anavatan ilişkilerini, dönüş, kimlik, örgütlenme vb. yakıcı konuları tartışmayı… Ama ne mümkün. Her geçen gün nefes almanın zorlaştığı bir ülkede yaşıyoruz. Gerilim öyle yükseldi, hesaplaşma öyle keskinleşti ki, mecburen öncelik vermek gerekti. Belki bir kısmımız olup bitenleri anlamış-anlamlandırmış ve zihnen rahata ermiştir. Bunu başaranlara ne mutlu. Ben hala ‘acaba’lar labirentinde yuvarlananlardanım. Bitaraf, dolayısıyla bertaraf durumdayım. Üstüme çöken iki büyük hava basıncından hangisinin alçak hangisinin yüksek olduğu üzerine kendi kendime körbahis oynuyorum.
Çerkesler Kimlikleriyle Hep Didişecek
Ajans Kafkas’ın düşünce turuna konuk olan Demokratik Çerkes Platformu sözcüsü Sezai Babakuş, Çerkeslerin kimlik arayışındaki bunalıma dikkat çekerken gerek etnik, siyasal ve dinsel tanımlamalar gerekse diasporada dayatılan etiketler nedeniyle ‘ben Çerkes’in’ derken hep kimlikleriyle didişme içinde yaşayacağını söylüyor. Babakuş’un Kafkasya’nın da etnik tanım olamayacağına dair itirazları var… İşte Babakuş’la düşünce turu… BİRİNCİ BÖLÜM: KİMLİK Sizi kendi ağzınızdan tanıyabilir miyiz? Apsuwa’yım. Hendek doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimden sonra gazetecilik okudum. O zamanlar İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne bağlı bir gazetecilik bölümü vardı, onu bitirdim.
Seçimler ve DÇP
“Demokrasi şenliği”nde yerimizi aldık Demokratik Çerkes Platformu’nun (DÇP) 22 Temmuz genel seçimlerinde İstanbul’dan iki bağımsız adayı (Baskın Oran ve Ufuk Uras) desteklemesi hem Çerkes toplumunda hem genel kamuoyunda büyük ilgi gördü. Her iki adayın seçim çalışmaları “demokrasi şenliği” şeklinde geçti. DÇP bu girişimi ile Çerkes kimliğini Türkiye’de ilk kez siyasete taşıdı. DÇP Bağımsız Ortak Aday Sürecine Nasıl Katıldı?.. Genel seçimlerin 22 Temmuz 2007’de yapılacağının belli olması üzerine önce Demokratik Çerkes Platformu katılımcıları arasında daha sonra da çeşitli platformlarda, derneklerde, vakıflarda ve federasyonda -mail, telefon, yüz yüze görüşme ve toplantılarla- durum değerlendirmesi yapılmış, sonuç olarak da Türkiye’nin sürüklendiği şöven milliyetçi ve dinci kutuplaşmaya karşı “bağımsız ortak aday” alternatifine destek olunması “makul” ve “aklı selim” bulunmuştur.