Diyaspora Örgütlenmesi Hakkında

2009-11-16

Cihan Beye ve sesimi duyan herkese iyi günler diliyorum.

Onur Öymen’in konuşması üzerine başlayan ufak tefek fikir yürütmelerimiz, aslında “iğneği kendine, çuvaldızı başkasına batırmak” babında bir şeydi. Yani kendi halimize bir sitem, bir serzeniş. Denilebilir ki, toplumsal duyarsızlığımızı uyarmak için artık ne iğne, ne çuvaldız, ne şiş kafi gelir. Bu da bir bakıştır. Evet, kötümser olmak için çok neden var. Ve bu nedenlerin herhangi birine sarılıp, birey olarak kendimizi “toplumsal yük"ten kurtarabiliriz. Etrafımızda bunu “başarabilen” pek çok dostumuz vardır. İyi de, hepimiz bunu yapabilir miyiz? Bir toplum kendisi için yük omuzlayan, omuzlamaya çalışan insanlarını tüketerek topyekün kendini yok edebilir mi? Ya da, kendini yok sayabilir mi? Teorik olarak bu mümkün mü? Değilse umut var demektir. Ve bizim, her şeye rağmen iyimser olmaya mecburiyetimiz var, demektir.  

Bir hafta-10 gündür, 30-31 Mayıs 2009’da İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde düzenlediğimiz konferansın konuşmalarını kitaplaştırmak için çalışıyorum. Bu yüzden orada yapılan birbirinden değerli konuşanın metnini “editör” titizliği ile tekrar tekrar okuma şansı buldum. Hepsinin toplamından bir kez daha anladığım şey, binlerce yıldır büyük travmalardan, fırtınalardan, anaforlardan geçerek bugünlere ulaşma becerisi gösteren toplumumuzun, şimdi ufak tefek fiskelerle, ya da kısmi “iç kurtlanmalarla” tükenip gitmeyeceğidir. Özdeyişteki gibi okyanusları, denizleri aşıp derede boğulmayız. Boğulamayız… Ne anavatanda, ne diyasporada..

Şu bir gerçek ki, sıkıntılı, gergin bir süreçten geçiyoruz. Hem yaşadığımız ülkenin her geçen gün ağırlaşan sıkıntılarını hem kendi toplumumuzun devinimini hem de anavatanda olup bitenlerin derdini birarada sırtlamaya çabalıyoruz. Doğaldır yıpranıyoruz.

Derdimi anlatmak için, söz konusu konferans konuşmalarından pek çok güçlü alıntı yapabilirim. Ama, diyasporada olup-biten güncel durumu yorumlaması bakımından, TOBB Ekonomi ve Teknolji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doçenti, dostumuz Mitat Çelikpala’dan örnek vereceğim. Şöyle diyor;

”… Diyasporayı oluşturan insanlar için öncelikle yaşama tutunma, sonra kültüre sahip çıkma ve son aşamada ise siyasi kimlik oluşturma süreçleri yaşanır. Başka bir değişle “muhacir”, “göçmen” gibi tanımlamalardan siyasal bir kimlik olarak diyasporaya dönüşüm söz konusu olur ve yeni bir kimlik tanımlamasına geçilir. … Bu bir siyasallaşma sürecidir. … Bu dönüşüm, kimlik oluşturma süreci öyle çok rahat ve kolay biçimde ilerlemez. Bu sancılı bir süreçtir ve bu süreci atlatırken ya da bu süreç içinde yaşarken çekişmeler, parçalanmalar ve mücadeleler söz konusu olur. Ben, Türkiye’deki diyaspora arasında bugün şahit olduğumuza benzer tartışmaları daha çok yapacağımıza inanıyorum. Büyük ihtimalle, Türkiye’deki Kuzey Kafkasya diyasporası içinde ya da oluşacak çeşitli diyasporalar arasında daha büyük ayrışmalar, daha fazla gruplaşmalar hatta daha sert karşılaşmalar olacak. … Benim gözlemim, Türkiye’de ve Türkiye merkezli diyasporalarda bu ayrışma süreçi başlamıştır. Akademik açıdan çok mantıklı, çok doğal gelen bu süreç işin içinde olan sizler açısından çok rahatsız edici olabilir. Ama bu bir gerçek ve yaşanıyor."

Sayın Çelikpala bu sürecin nasıl sonuçlanabileceği konusunda da ipucu veriyor;

"… Bu süreç iki türlü gelişebilir: (1) Bu farklı diyasporalar ya da farklı diyasporik kimlikler ayrı ayrı kendi tanımlamalarını, siyasi konumlarını, ilke, amaç ve hedeflerini oluştururlar, daha sonra diğer benzer diyasporalar ya da diyasporik kimliklerle ortak bir algılama, anlayış ve vizyon geliştirmeye yönelirler; böylece daha sağlıklı bir şekilde hem anavatan hem yaşanılan ülkenin gerçeğine uygun kendi toplumuna bütünsel bir kimlik kazandırmak, politik vizyon sağlamak ve birlikte ortak bir hedef ortaya koymak söz konusu olabilir. (2) Ayrışma süreci iyi algılanamaz ve iyi yönetilemez is önü alınamaz bir çözülme yaşanır. Bunun yaratacağı sonuç etkisiz, örgütsüz ve kifayetsiz yapılar olacaktır."

Çelikpala’nın sözlerinden şu çıkarsamayı yapıyorum: Bugüne kadar altını doldurmadan dillendirdiğimiz birlik-beraberlik söylemi, (bunu Türkiye’yi yönetenler de sıkça kullandılar) hamasetten öte bir anlam taşımıyor. Siyasallaşacağız. Ayrışmaktan, didişmekten çekinmeden sağlıklı bir olgunlaşma süreci yaşayarak toplumumuzu, kimliğimizi ileriye taşıyacağız. Başka bir değişle, birlik-beraberlik uğruna ruhumuzu yitirmek yerine ayrılık pahasına siyasal sıçramayı yapıp oradan güçlü ve sağlıklı bir birliğe varacağız. Aksi halde tamamen çözüleceğiz.

Federasyon Başkanımız Sayın Cihan Candemir doğru söylüyor. Bu süreci sağlıklı yaşamak için hatalarımızla samimi olarak yüzleşmeliyiz. Eksiklerimizi-yanlışlarımızı didikleyip, sözü edilen sürece uygun örgütlenme yollarını bulmalıyız. Bunu biz yapamıyorsak yapabilecekleri bulup önlerini açmalı, cesaretlendirmeli ve desteklemeliyiz. “Ben Çerkesim”, “Ben Agigeyim”, “Ben Abhazım” vb. diyen hepimizin önünde duran görev budur.

Pratikte bunu nasıl yapacağız?. Hangi platformda yapacağız?… Bence halihazırda bunu yapabilecek, yapması gereken Federasyon’dur. Önümüzde genel kurul var. Bu genel kurulu, 3-5 saate sığdırılan mutat protokol genel kurul ortamından çıkararak, yukarıda değinilen değişime-dönüşüme uygun bir fikir zenginliğine çevirip siyasi bir vizyon sıçraması yaratabilir miyiz?.. Evet’se burada yapalım. Değilse başka bir platform yaratalım.

2-3 ay önce Federasyon’dan bazı dostlarla bu minvalde dertleşmemiz oldu. Onlara, genel kurul öncesi -mesela ekim ayında-, Federasyon (olmuyorsa Ankara derneği) öncülüğünde, Ankara’da ya da İstanbul’da (belki de en iyisi Abant’da) herkesin yaptığı türden 2-3 günlük bir “çalıştay” yapmayı önerdim. Bu çalıştaya, yakın çevre akademisyenler, yazar-çizerler, nitelikli kanaat öncüleri vb. “fikri katkı” sağlayacağı düşünülen kişiler davet edilsin, herkes kendi masrafını karşılasın. buna imkanı olmayanlar finanse edilsin. Aklımızda ne varsa ortaya dökelim. Hatalarımızla yüzleşelim. Makyajdan, hamasetten arınmış gerçek bir fotoğraf çekmeye çabalayalım. Buradan da bir vizyon oluşturmaya zorlayalım. Bunu önerdim. Olsun, olmasın bir sonuç alamadım. Demek ki sesimi duyuramadım. Ya da genel kurulun zaten bunu sağlayacak bir platform olacağı düşüncesi ağır bastı.

Her ne ise, elbette bir yol bulacağız.

. . .

Daha önce de yazmış ya da söylemişimdir. Çok sevdiğim yazarlardan Amin Maalouf -Lübnanlı, nicedir Fransa’da yaşıyor- kitaplarında özellikle Ortadoğu’daki kimlik harmanını (çatışmaları-didişmeleri), derin tarih bilgisine güçlü gözlem yeteneği ve edebi lezzet katarak irdeler. Hele “Ölümcül Kimlikler” kitabı, tam da kimliğin ne denli önemli, ne denli hayati ve ne denli yakıcı olduğu üzerinedir. Çerkeslerin kimlik algısı da böyle değil miydi ve halen değil midir… Abhazya’da bir avuç insan kimliği için direnmedi mi… Orada ölümcül bir kimlik savaşı verilmedi mi…

Her toplum için önemli-hayati-yakıcı olan kimlik algısının diyasporadaki bizleri de içine alacak (yakmasa da ısıtacak kadar) güçlü bir mana ifade edeceği günlere ulaşmak umudu ile…