Yalnızlığın Şarkısı
2010-10-10
Yalnızlığın şarkısı hükmeder bize. Kafkasya’nın birliği, Kafkas halklarının birlikteliği diye yola çıkıp yirmi yılda iflas etmemiz ve gele gele Adige- Abaza-(ve Ubıh) birliğini bile çok görecek hale gelmemiz bundandır. Yüzyıl önce de böyle olmuştu, ve ondan önceki yüzyıllarda da. Yalnızlığın şarkısı teslim almıştır bizi…
Yalnızlığın şarkısını rüzgar fısıldar kulağımıza. Efsunlu bir ses, kutsal bir söz gibi kuşatır bizi. Aklımıza, yüreğimize ve illaki egomuza hükmeder. Özgürlüğü bibaşınalık, özgünlüğü aykırılık sanacak kadar yalnızlaşmayı yüceltir benliğimizde. Bu yüzdendir her dağın eteğinde, her vadinin yamacında bir derebeylik kurmamız. Birleşip bir ‘krallık’ olamadığımız için hep çevremizdeki krallıkların arka bahçesi oluruz. Av oluruz kendi avlağımızda.
Kimileyin yakın çevremizle, daha çok kendi kendimizle didişerek, hep yalnızlık şarkısı eşliğinde yürürüz. Bazen büyük bir fırtına iter bizi, yakınlaştırır birbirimize. Yalnızlıkta usta, birliktelikte acemi olduğumuzdan daha fırtına dinmeden koparız birbirimizden. Ve savruluruz. Savruluruz kendi yurdumuzda ve el kapılarında. Savruluruz diyar diyar…
Diyar diyar savrulsak da, yalnızlığın şarkısı bırakmaz peşimizi. Anadolu’nun çorağında, Ortadoğu’nun çölünde fısıldar bize. Kimileyin muhaciri olduğumuz ülkenin resmi ideoloji olup toplumsal yalnızlığı çakar aklımıza, kimileyin Orhan Gencebay’ın sesinde arabesk olup bireysel yalnızlığı damardan şırında eder. Bu ikisinden kaçanlarımızı Sezen Aksu’nun senfonik manifestosu yakalar: Sonu yok yalnızlığın, hergün çoğalacak…
Yalnızlığın şarkısına tutukluyuz. Katık olur hayatımıza. Toplumsal yalnızlığımız bireysel yalnızlığımızla bütünleşir, büyük bir yumak olur. İçimizi yakan bir haz olur, bir çığlık. Adım adım sürükler bizi. Önce kendimizden koparız. Ve evimizden, çevremizden. Sonu yok yalnızlığın, hergün çoğalır. En kalabalık dost meclislerinde bile yalnızlığa mahkumuzdur. Ve kendi yurdumuzda, kendi kentimizde, kendi mahallemizde hiç bilmediğimiz bir ülkenin ücra bir yerindeymişcesine kaybolur gideriz. Alışır ve tutsağı oluruz yalnızlığın.
Yalnızlığın şarkısı şarhoşluğumuzun içkisidir, bir tutam ‘ot’. Gözümüzü karartır, görüşümüzü bulanıklar ve ufkumuzu daraltır. Kof bir egonun tutkunu yapar. O yüzdendir savrukluğumuz. O yüzdendir yıllarca didinip kurduğumuz birlikleri-beraberlikleri bir günde heba etmemiz. O yüzdendir sürekli parçalanmamız. Acı bir tattır, tutkunluktur yalnızlık. Zehirli bir iksir…
• • •
Şimdi, kimi Adigelerin ve Abazaların karşılıklı avazladığı ‘münhasır cep milliyetçiliği’ var ya, işte bu, yalnızlık şarkısının ettiğidir. Elimizdeki son kaleye göz dikmiştir. Koca ‘Kafkasya Birliği’ ufku küçüle küçüle Adige-Abaza-(ve Ubıh) birlikteliğine kadar çekilmişti ya, şimdi hedef onu da yıkmaktır.
Nereden, nasıl geldik bugünlere? Çok gerilere gitmeye ne gerek, son yirmi yılda olup bitenler halimizin resmidir: Sovyetlerin çöküşüyle sonuçlanan dev kaotik fırtına, Kafkasya’da onyıllar sonra yeniden birlik kurma ve diyasporaya savrulanlarla bütünleşme şansı yaratmıştı. Söz yerindeyse tarih bize göz kırpmıştı. Kollar, yalnızlık şarkısını bastırmak üzere sıvandı.
Önce, Kafkasya’nın kardeş halklarının temsilcileri, 1989’da (25-26 Ağustos) Sohum’da biraraya gelerek, tüm Kuzey Kafkasyalıları, tüm Kuzey Kafkasya’yı birleştirmek iddiasıyla Kafkas Halkları Konfederasyonu’nu (adı, önce Kongre sonra Birlik ve nihayetinde Konfederasyon oldu) kurdular.
Konfederasyon şemsiyesi Abazaları (Apsua, Aşua, Aşharua), Adigeleri (Kabartay, Şapsığ, Abzeh, Bjeduğ, Çemguy, Besleney), Ubıhları, Çeçenleri, Dağıstanlıları (Avar, Lak, Dargi), Osetleri (Kuzey ve Güney) biraraya topladı. Türk kökenli Karaçaylar, Balkarlar, Kumuklar baştan yan çizmişti. Dağıstanlı Nogaylar ve Lezgiler de çekimserdi. Evet, bütün Kafkas halkları biraraya getirilememişti ama çoğunluk sağlanmıştı. Bu, kısa süreye sığdırılan büyük bir ‘birlik’ başarısıydı(!).
Sonra, nüfuslarının büyük çoğunluğu diyasporada olan Adigeler, Abazalar (ve Ubıhlar), anavatan-diyaspora bütünleşmesi adına 1991’de (19-20 Mayıs) Dünya Çerkes Birliği’ni (DÇB) kurdular. 1992’de de (7–8 Ekim) Abhazya’daki Apsualarla Karaçay-Çerkes’teki Aşua-Aşharuaları ve diyasporadakı Apsua-Aşua- Aşharuaları bütünleştirmek üzere Dünya Abaza Birliği kuruldu. Çerkes Birliği ile Abaza Birliği iç içeydi.
Hepsinin adi ‘birlik’, hepsinin amacı birlik bayrağını yükseltmekti. Hepsi büyük umutlarla, coşku ve alkışlarla kuruldu. 1992’de Gürcistan’ın Abhazya’ya saldırısıyla başlayan savaş, hem Kafkasya’da hem diyasporada ‘birlik’ ruhunu iyice ateşlemişti. Sanki, yalnızlığın şarkısı ebediyyen bastırılmıştı. Sanki Kafkasya’da, Kafkasyalı’larda Liverpool ruhu canlanmış, “You will never walk alone”- Asla yalnız yürümeyeceksin- şarkısı kutsallaşmıştı.
Ama öyle olmadı, olamadı. Çünkü biz, yalnızlık şarkısının esiriyiz. Ötesi saman alevidir. Ve alev, harladığı gibi hızla söndü. Daha on yıl olmadan, tüm Kuzey Kafkasyalı’ları, tüm Kuzey Kafkasya’yı birleştirme hayali iflas etti. Konfederasyon, radikal islamın ve Rus düşmanlığının yakıcı basıncı altında dağıldı. Elbette bu hüsranda ego savaşlarının da etkisi oldu. Yalnızlıkta usta birliktelikte acemi olan bizler için tarih, tekerrürden ibaretti.
İkinci on yıl, elimizde kalan Adige-Abaza-(ve Ubıh) birliğini hırpalamakla geçti. Ve 2009’da, Dünya Abaza Birliği yalnızlık şarkısına kapıldı ve Dünya Çerkes Birliği’nden çekildi.
• • •
Anavatanda birlik ruhu yükselip düşerken aynı süreçler diyasporada da yaşandı. Başlangıçta tüm Kuzey Kafkasyalıları kucaklamayı öngören örgütlenmemiz zaman içinde yol ayrımlarıyla karşı karşıya kaldı. Dedik ya, ayrılığın şarkısı nereye gitsek peşimizde.
Diyasporada toplumsal örgütlenmenin birlik içinde güçlendirilmesi fikri taa 1970’lerde filizlenmişti. Sovyetlerin yıkılıp anavatanla ilişkilerin mümkün hale gelmesi bu süreci hızlandırdı. Türkiye’nin çeşitli kentlerinde ve kasabalarında faaliyet gösteren dernekleri bir çatı altında toplamak amacıyla 1990’da KAF-KUR kuruldu. 1992’de 26 derneği kapsayan bir üst örgütlenme oldu ve bu sayede Abhazya’daki yurtsever direnişe diyasporanın aktif katılımı sağlandı. Abhazya’daki savaş, diasporadakiler bakımından da birleştirici oldu. 1993’de KAF-DER adıyla kurulan merkezi örgütlenme büyük ölçüde başarılı oldu. Sonra Dağıstanlıların, Çeçenlerin ve takiben Osetlerin pasif kalması veya çekilmesiyle diyasporadak birlik Adige-Abaza- Ubıh eksenine oturdu. Yanısıra, anavatanda olduğu gibi diyasporada da dini örgütlenmelerin hız kazanması, ayrışmayı farklı boyutlara taşıdı.
Sonuçta 2000’lere gelindiğinde, tıpkı anavatanda olduğu gibi diyasporada da Adige-Abaza-Ubıh birlikteliği kalmıştı. Eh, bu da iyiydi(!). 2003’de de bugünkü Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAF-FED) kuruldu ve kısa sürede hatrı sayılır bir güç ortaya çıktı.
Kimi marjinal çatlak seslere rağmen, Adige-Abaza-(ve Ubıh) birlikteliği 2009 yılına kadar yükselerek devam etti. Ne ki, rüzgar diyasporada da yalnızlık şarkısını üflemeye başladı. Ve marjinallik bir avuç Apsuayı ayrı bir federasyon sevdasına sürükledi.
• • •
Yalnızlık şarkısı önce anavatanda mı etkili oldu, yoksa diyasporada mı? Önce kim kimi dışlamaya, yok saymaya başladı. Adige milliyetçileri mi, yoksa Abhaz milliyetçileri mi? Ne önemi var? Ne fark eder? Aslolan sonuçlardır. Ne diyor münhasır Abhaz milliyetçiliği: Abhazya Abhazlarındır, Adigeler bize karışmasın… Ne diyor münhasır Adige milliyetçiliği: Sadece Adigeler Çerkestir, Çerkesya’da Abhazlara yer yoktur… Ne ala!
Yalnızlaşalım. Azalalım küçülelim ki, yutulması ve hazmedilmesi kolay lokmalar olalım. Bundan sonrası Adigeleri kendi içinde, Abazaları kendi içinde ayırıp (ki, bu kısmen başarılmıştır) özgürleştirmek(!). Ubıhlar zaten yok denecek kadar özgürler(!)…
Sonu yok yalnızlığın, hergün çoğalır… Çoğalır ve bizi yüzyıl öncesinden de geriye savurur.
Yalnızlığın şarkısı hükmeder bize. Tarih nereye ve nasıl akarsa aksın biz kendi feodal gettolarımızda mahsuruz, kımıldayamayız. Dünya döner, anlamayız. Çevremiz değişir-dönüşür, tınmayız. Yüzyıl geçer krallıklar kurulur, yüzyıl geçer imparatorluklar. Görmeyiz. Yüzyıl geçer sanayi devrimi olur; ve kapıtalizm ve sosyalizm. Farkına varmayız. Ve yüzyıl geçer yeni dünya düzeni kurulur, yeni dünya düzenleri. Anlamayız. Kendi derebeyliklerimizde, egolarımızla ördüğümüz yüksek duvarlar içinde tutsağızdır. Muhtariyeti özgürlük, muhtarlığı bağımsızlık sanırız.
Tutsaklıktan kurtulup özgürleşmek, özgürleşip geleceğe yürümek için yalnızlığın sesini bastırmak şart. Ve yeniden, ’asla yalnız yürümeyeceksin’ şarkısını yükseltmek…
Geleceğe ulaşmak için birlikte yürümek şart…
Kaynak: CircassianCenter