Sesleri ve Renkleri Solan Bir Halk: Çerkesler
2000-11-23
Atları rüzgar kanatlıydı
Kafkasya’da yüzyıllardır biriktirdikleri öyküleri vardı. Kafkas Dağları’nın hırçın doruklarından Karadeniz’in nazlı koylarına at koştururlardı. Atları rüzgar kanatlı, okları şimşek uçlu, kamaları gümüş kakmalıydı. Onlar Çerkesti, Abhazdı, Adigeydi, Ubıhtı, Kabartaydı. Onlar Nartlar’dı. Güneş’ten ateş çalan da onlardı, sular ülkesinden deniz kızını kaçıran da onlar. Kahramandılar ama kızkardeşleri Setenay için ağlayabilirlerdi. Mağrurdular ama karınlarını doyurmak için avladıkları ceylandan özür dileyebilirlerdi. Özgürdüler ve özgürlük tutkuları sabah dualarına “Tanrı herkesi özgür ve mutlu kılsın. Bizi de unutmasın”la başlayacak kadar herkese idi.
Sonra öyküler değişti. İstilalar, şavaşlar, sürgünler, zorunlu iskanlar ve göçler başladı. Mağrurlar mağdur olmuştu. 1840’dan 1900’lerin başına kadar Kuzey Kafkasya’daki Çerkes nüfusunun yüzde 70’i, ya savaşta öldü, ya sürgün edildi. 1864’de yenilgileriyle sonuçlanan Rus-Kafkas Savaşları sonunda Tuapse, Soçi ve Suhum limanlarından gemilere dolduruldular. Ölülerini Karadeniz’in dipsiz karanlığına gömdüler. Samsun’da, Sinop’da, Kefken’de, Akçakoca’da bataklık sahillere bırakıldılar. Karadeniz sahilinin her karış toprağında sürgün ve zorunlu göç izlerini ve sıtmadan ölen çocuklarının mezarlarını bırakıp Anadolu’ya, Rumeli’ye, Ortadoğu’ya dağıldılar. Artık ne rüzgar kanatlı atları vardı, ne şimşek uçlu okları ve gümüş kakmalı kamaları. Artık öykülerinde savaş, sürgün, açlık ve ölüm vardı.
Ethem Bey’den Çerkes Ethem’e
Çerkesler uzun yıllar Osmanlı yurdunda trajedileriyle baş başa, sessiz sedasız yaşadılar. Sonra Kurtuluş Savaşı yılları başladı. Ethem Bey’in öncülüğünde rüzgar kanatlı atlarına bindiler. Anadolu’nun bir ucundan diğerine at koşturdular. Sonra politik didişmeler ve Ethem’in “hain” ve hatta “Çerkes hain” ilan edilişi. İzleyen yıllarda Çerkes köylerinde, kasabalarında “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları. Dört duvar arasına hapsolan dil, şarkı, ninni, dans… Sessizlik.
1960’lara kadar Adapazarı, Düzce, Bursa, Bandırma, Eskişehir, Bilecik, Sıvas, Kayseri, K.Maraş, Hatay, Sinop, Samsun bölgelerinde kapalı-kırsal toplum olarak yaşayan Çerkesler, sanayileşme ve kentleşmenin hızlanmasına paralel büyük kentlere göç etmeye başladılar. Halen Türkiye’nin dört yanına dağılmış, 5 ila 7 milyon arasında olduğu tahmin edilen nüfusları ile Çerkesler tarihte “kaybeden” tarafta kaldılar; dillerini, kültürlerini, geleneklerini, öykülerini, ninnilerini… Yani seslerini ve renklerini.
Sürgün edildikleri tarihten beri 140 yıl geçti. Ne kaldı geriye?.. Dağılmış, didiklenmiş, özgün dokularını yitirmiş köyler. Kentlere serpilmiş ürkek insanlar ve titrek bacaklar üstüne kurulmuş, amaçsız “Çerkes” dernekleri.
Biraz Çerkesce, Biraz Türkçe
Daha 20 yıl öncesine kadar, Çerkes köylerinde düğünler bir ay sürerdi. Gelin, düğünden bir ay önce, kendisi için özel olarak hazırlanmış tasamhara’ya (düğün-şenlik evi) getirilirdi. Her gece çevre köylerden gruplar halinde gelen kızlı-erkekli gençler eğlence düzenlerdi. Oyunlar oynanır, danslar edilir, şarkılar söylenir, genç kızlarla genç erkekler birbiriyle tanışıp kaşen (sözlü flört) olurlardı. Sonra, Cuma-Cumartesi- Pazar’a yoğunlaşan finalle düğün biterdi.
Artık böyle düğünler olmuyor. Ama Çerkesler yine de zaman zaman biraraya geliyorlar. Birgün-birgeceye sığdırılan düğünler ya da “haydı görüşelim” toplantıları.
Çerkes bilgeleri, “Güzel konuşma yeteneğine sahip olmayan insan, yarı insandır. Dilini kaybeden insan ise bir hiçtir” der. Şimdi Çerkesler, toplandıkları evlerde ve derneklerde, unutmaya başladıkları Çerkesce’yi Türkçe ile seyreltip, sohbet kurmaya, alaf (söz) söylemeye çabalıyorlar. Sihrini kaybetmiş masal insanları gibi…
Bu tür buluşmalar eğlence olmaktan öte birşeydir. Kültürün kendisidir. Okuldur, felsefe yapılan. Okuldur, edebiyat öğrenilen. Okuldur, özgüven ve yetenek geliştirilen. Güzel söz, kıvrak zeka, keskin mizah, ölçülü kapris, beğenme ve beğenilme. Yani hayatın kendisi oluşur, bu buluşmalarda. Bu toplantılar bir sahnedir. Ve genç Çerkes kızları-erkekleri bu sahnelere çıka çıka yarı insan’dan insan olmaya çabalarlar. Ve konuştukça, rüzgar kanatlı atlarını düşlerler. Ve konuştukça, sözleri rüzgar olur…