İnsanlık Halleri
Loreena'yı Sevmek…
Ona ilk kez Ortaköy sahilinde rasladım. Doksanüçün kasımıydı. Güneşin, dışarda oturmaya davet edip sonra yüzüstü bıraktığı o yalancı yaz günlerinin bir öğleden sonrasıydı. Bir kafenin iskemlesinde, masamda soğumuş bir çay, elimde kendi kendini tüketen bir sigara, gelen-geçenin renkleri arasından Boğaz’ın turkuaz sularına dalmışken, arkamdan usulca seslendi. Bir meltem esintisi kadar hafif, ılık bir ses… Hiç üstüme alınmadım, kendi iç dünyamın dalgalarından öte birşey duyacak halim yoktu. Bir savaştan gelmiştim. Karadeniz’in öte yakasında, Abhazya’da, Sovyetler’in çöküşünden hemen sonra ateşlenen bir savaştan.
İklim'den Lian'a Yolculuk (2)
İkinci bölüme başlamadan önce, bu anlatının amacının başkasını teşhir etmek ya da başkasının sırrını ifşa etmek olmadığını belirtmek isterim. Zira sözkonusu kişi zaten memleket medyasına defalarca malolacak kadar meşhur biridir, bahsi geçen olaylar ise birçok kişinin tanıklığında yaşanmış ve pekçok kişinin dillendirmesiyle yeterince toplumsallaşmıştır. Ayrıca, anlatıda zikredilen isimler gerçek değildir, sözkonusu kişi tarafından türetilmiş ve kullanılmış müstear isimlerdir. Sonuç olarak yazdıklarım başkasını değil olsa olsa kendi kendimi teşhir mahiyetindedir. Kendi kendimi tekmili birden teşhir ederek, aradan bunca yıl geçmesine rağmen hala kulaktan dolma bilgilerle beni karalamaya çırpınan ‘irfan sahibi zevat’a gani gani kına vermiş oluyorum.
İklim'den Lian'a Yolculuk (1)
‘Koca kulak çetesi’nin dinlemeleri medyaya sızıp ‘İklim skandalı’ patlamasaydı, Fatih Altaylı ‘İklim’i Haber Türk’e çıkarıp uzun uzun konuşturmasaydı ve İsmet Berkan Hürriyet’te ‘İklim’in ‘Lian’a benzerliğini yazıp tuz biber ekmeseydi ben de küllenmiş anıların üstüne yatmaya devam edecektim. Ama ne fayda, hepsi üst üste geldi, ‘cin şişeden çıktı’, eski anılar acı bir tebessüm eşliğinde ortalığa saçıldı. Kaçış yok. Benim için epeyce zor olsa da, bu evvel zaman yolculuğunu artık yapmalıyım… …
2011'de Yapılacaklar
İşte yeni bir yıl başladı. Önümüzde, harca harca bitmez 360 küsür gün… Bu coğrafyada ortalama yaşam süresinin 70 yıl olduğunu düşünürsek ve hiç değilse bunu tutturacağımızı varsayarsak, hayatımızın 70’de 1’ini 2011’de yaşayacağız demektir. Ben bu 1/70’lik yaşam dilimini önemseyip, kendime yapacaklar listesi çıkardım. Belki siz de feyz alır, kendi listenizi yaparsınız. Elbette 3’er aylık dilimlerde revize etme hakkımız saklıdır. İşte 2011’deki öncelikli hedeflerim; Epeyce eskimiş olan şapkalar yenilenecek. Sakalın iyice beyazladığı dikkate alınarak, uyumlu kontrast adına bir-iki siyah şapka edinilenecek (big brothere duyrululur), eskiler daha da eski olanlar gibi stepne müzesine kaldırılacak.
Yaz Halleri, Havuz Testleri vs.
Bu yılın yazı fazla geldi. Sıcağın nemle katmerlenen yıldırıcı şiddeti, ayarı kaçmış bir saunada mahsur kalmışlık duygusu veriyor. Bedenimi pörsüten, aklımı eriten, bakışımı bulanıklayan bu uğursuz havaya tamamen teslim olacakken şansım döndü, yakınlardaki bir sitenin havuzuna meccane giriş kartı edindim; arada bir, serinlemenin keyfini dalıp sıcağa nanik yapıyorum. Hala cozutmamışsam eğer bu havuzun yüzü suyu hürmetinedir. Bu yüzden, 12 Eylül çetrefiline virgül koyup, bu siteye ve havuzuna borcumu ödemek istiyorum.
Türkiye'de Yaşamanın Narkodinamiği Üzerine 'Dada' Necdet Hatam'a Açık Mektup
Sevgili dostum, muhterem büyüğüm Necdet Hatam. Nicedir Maykop’tan esip gürlersin, diyasporada demirlemiş halimize. Sorgularsın, azarlarsın dönüş yolunu tutmayan bizleri. Yurtseverliğimizi imtihan edersin yüksek perdeden. Kızarsın bize, öfkelenirsin. Ne etsek ne eylesek kurtulamayız dilinden. Israrla ve giderek sertleşen bir üslupla Türkiye’deki düzenimizi ve dengemizi sarsmak için uğraşırsın. Bilirim uzun yıllar uzaksın Türkiye’den ve bu yüzden bu güzide ülkenin kronik kaotik yapısının hepimizin üzerinde nasıl da ağır bir narkotik etki yarattığını unutmuş gibisin.