30 Eylül - Abhazya'nın Kahramanları
2008-10-07
Abhazya, 14 Ağustos 1992 ile 30 Eylül 1993 tarihleri arasında, Gürcistan’ın saldırısı ve işgal girişine karşı ulusal kurtuluş savaşı verdi. (250 bin nüfuslu) Abhazya inanç, cesaret, kararlılık ve üstün beceri örneği göstererek (4,5 milyon nüfuslu) Gürcistan’a karşı net bir zafer kazandı. Abhazya’ya bağımsızlık kazandıran bu zafer haksızlığa ve zorbalığa karşı verilen onurlu mücadelenin en parlak örneklerinden biri olarak insanlık tarihine geçti. Bu zafer, dünyada özgürlük, barış ve adalete inanan ve bu uğurda mücadele veren tüm insanlara umut, güç ve cesaret verdi. Bu zafere öncülük eden tüm siyasi ve askeri liderleri, bu mücadelede saf tutan tüm kahramanları selamlıyor, önlerinde saygıyla eğiliyorum.
Zaferin 15. yılında, zaferi mümkün kılan tüm kahramanlar adına ve anısına, yakın tanıklık ettiğim bazılarını sizlere anlatmak, paylaşmak istedim. Kendimce bir anı defteri oluşturdum. Savaşa tanıklık eden herkesi yazmaya çağırıyorum. Kişileri yazın, olayları ya da mekanları. Herkes ne biliyorsa yazmalı. Bu savaş, bu zafer ve bu zaferi sağlayanlar fazlasını hakediyor…
Sezai Babakuş
VLADİSLAV ARDZINBA
1990’da acemi bir parlamento başkanıydı, kritik süreçlerde sınav verdi; halkının kaderine hükmetti ve ülkesini bağımsızlığa taşıyan “gerçek” bir lider oldu…
Hiç kuşku yok ki Abhazya bugünlere V.Ardzınba’nın bilge, kararlı, karizmatik lider kişiliği sayesinde ulaştı. O’nu 1989’da Abhazya’yı ilk ziyaretimde tanımıştım. O zaman, ekonomi editörü olarak çalıştığım Hürriyet Gazetesi adına, Türk-Sovyet İş Konseyi toplantısı için Moskova’ya davet edilmiştim. Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’den 1 hafta ek izin koparmış, Moskova programı sonrası, Sovyet Yazarlar Birliği’nden Rady Fish ve Vera Feyenova’nın yardımları ile Abhazya’ya gidebilmiştim. Gorbachev’in “glasnost” ve “perestroyka” fırtınası devam ediyordu ya, yine de 23 Ekim 1989’da, Moskova’dan bir uçağın diğer yolculardan tecrit özel bölümünde, tek başıma yolculuk ederek Sohum’a ulaşmıştım. 130 yıl sonra anavatanla kuçaklaşmanın coşkusu, doğal güzelliğin ve 87 derecelik “çaça”nın sarhoşluğu, akrabalar, yazarlar, şairler, parlamenterler, bakanlar derken, 27 Ekim günü, Abhazya Tarih ve Bilim Enstitüsü Başkanı (1988’de bu göreve seçilmişti) ve SSCB Halklar Meclisi üyesi (B.Şinkuba ve F. İskender ile birlikte o yıl Abhazya’yı temsilen seçilmişti) V. Ardzınba’nın odasındaydım. 1985’de Hatti-Hitit tarihi üzerine doktorasını tamamlamış genç bir akademisyenken (14 Mayıs 1945 doğumlu) Abhazya’yı da içine alan büyük değişimin anaforunda politikanın içine sürüklenivermişti. Dinamik ve karizmatikti. Abhazya’da tanıştığım kişiler içinde en etkileyici olanıydı ve herkesten bir adım öndeydi.
Eski Sohum Limanı’na bakan Enstitü binasındaki ofisinde 4 dilin (Abhazca, Türkçe, İngilzce ve Rusça) harmanlandığı 1,5 saate yakın görüşmemizde, O Abhazya’nın ahvalini anlattı ben de Türkiye’ninkini… Abhazya kritik bir süreçe girmişti. Sovyetler dağılıyordu ve yerine neyin konacağı henüz belli değildi. Gürcistan’da, Abhazya’yı ilhak heveslisi milliyetciler Zviad Gamsakhurdia öncülüğünde güç kazanıyordu. Kısa süre önce, 1.000 kadar milliyetci Gürcü militanın Abhazya’ya saldırısı 16 kişinin öldüğü çatışmalarla püskürtülmüştü. 3 ay sonra Abhazya’da parlamento seçimleri yapılacaktı ve Ardzınba, Abhaz ulusal hareketi Aydgılara (Birlik) tarafından desteklenen adayların başında yer alıyordu. Daha şimdiden Abhazya’nın yakın geleceğine hükmedeceğini biliyor gibiydi. Sonunda, “Abhazya için yeni bir gelecek başlıyor. Buraya gelmeli ve bize katılmalısın” diyiverdi. Henüz politikanın acemesiydi ama inandırıcılığı ve ikna gücü yüksekti. En azından bana söktü… “Bunu düşüneceğim” dedim.
Abhazya’dan yüksek duygular ve karmaşık düşüncelerle ayrılmıştım. Söz yerindeyse vurgunu yemişitim. Sohum’dan Batum’a sekiz yolcu kapasiteli pervaneli bir uçakla katederek, henüz yeni açılan Sarp sınır kapısından geri dönmüştüm. Üç beş gün içinde, İstanbul’un da, gazeteciliğin de, yaşamımın da katlanılmaz derecede sıkıcı olduğunu anlayıvermiştim (!). Çetin Emeç “parlak bir kariyerin var, yazık etme” dedi; oğul Simavi, “Moskova’da büro açma iznini yeni aldık, istersen Moskova temsilcimiz ol” önermesinde bulunmuştu. Arkadaşlardan “deli misin”ler, aile çevresinden de “olmaz”lanmalar yükselmişti. Doğruydu, iyi bir mesleğim, işim, eşim, çevrem vardı. Kariyerim “parlak”tı. Kısa süre önce TÜSİAD tarafından “yılın gazetecesi” seçilmiştim vs. Herkes haklıydı. Zaman kazanmak için, daha önce planlanmış (orada yaşayan sevgili birader sayesinde) Amerika programıma sığındım, dilini geliştir, yeni dünyayı keşfet vs. cinsinden. Sekiz ay sürdü. Kendi “eski”sine, köklerine dokunan birine onlarca yeni dünya verseniz ne yazar. Ben de yeni dünyanın eski insanlarına takıldım; biraz Kızılderili biraz Amish dolanıp durdum. Çetin Emeç’in öldürüldüğünü (7 Mart 1990) Siux bahar şenliğinde öğrendim. Döndüm, 1991’in baharında iki valiz eşya ile Abhazya’ya teslim oldum. Sohum’un iki gözde binasında (Ritsa Oteli ve Parlamento Başkanlığı) “yeni hayat”a başlangıç yaptım.
Ardzınba, 1990’un başında yapılan seçimlerde parlamentoya ve ilk oturumda da Parlamento Başkanlığı’na seçilmişti. Abhazya’nın siyasi yapılanmasında Parlamento Başkanlığı en üst makamdı. 1922’de kurulan Sovyetler Birliği 1991’in başında dağılmıştı. Dağılma süreci birliği oluşturan cumhuriyetlere bağımsız ülke statüsü kazandırıyordu. Ancak birlik içinde yer alan onlarca özerk cumhuriyetin, özerk bölgenin, kray ve oblastın ne olacağı belirsizdi. Birliği dağıtan Gorbachev bu kadar detay düşünmemişti. Rusya, kendisine bağlı özerk yapılarla Federasyon oluşturmuştu. Bunun diğer ülkelere de örnek olması bekleniyordu. 28 Nisan 1991’de Gürcistan bağımsızlığını ilan etmiş, Mayıs ayında yapılan seçimde de Zviad Gamsakhurdia devlet başkanı seçilmişti. Gürcistan yönetiminin Abhazya ve Acaristan özerk cumhuriyetleri ve Güney Osetya özerk bölgesi ile nasıl bir “gelecek” öngördüğü belirsizdi.
Kısaca, Abhazya’nın kaderini yakından etkileyecek gelişmelerin göbeğindeydik.
Ardzınba’nın gündeminde yapılacak çok iş vardı. Benim de… İlk haftalar daha çok geçmişi öğrenmek bugün anlamak üzerineydi. Tarihle yüzleştim. Köklerime dokundum. Dilimdeki, yüreğimdeki pası attım. Abhazya’nın etnik dengeler üzerine kurulu siyasi, hukuki ve idari yapısını hatmettim. Isındım… Bir bilgisayar operatörü, bir (Rusça-İngilizce) çevirmen, iki Macintosh (kiril ve latin shift), bir renkli printer ile oluşturduğumuz enformasyon merkezimizde kolları sıvadım.
Önceliği ekonomi ve dış ilişkiler (özellikle diyaspora ile ilşkiler) alıyordu. Parlamento başkanlığının resmi yazışmaları için kurumsal bir format oluşturulması, Abhazya için genel (tarihsel, siyasal, ekonomik ve sosyal) bir tanıtım dosyası hazırlanması, detaylı bir envanter çalışması, sektör analizleri, dış ekonomik ilişkiler merkezi ve kalkınma ajansı kurulması, Oçamcira limanı ve çevresini kapsayacak serbest bölge projesi, Sohum-Trabzon arasında doğrudan deniz ulaşımının sağlanması ve Sohum Gümrüğü’nün kurulması, diyasporadan olası geri dönüşcüler için kurumsal bir yapı oluşturulması vs. çalışmalarına başladık. Diyasporaya hitaben 15 günlük bir gazete (Türkçe) çıkarmayı da sığdırdık. Türkiye’den Abhazya’ya ilk iş gezisini gerçekleştirdik. Sevgili dostum Mümtaz Demiröz (o sıralar Abhaz Derneği Başkanıydı) ile birlikte bir otobüs dolusu potansiyel yatırımcıyı ve çeşitli yayın kuruluşlarından 7 gazeteciyi Abhazya’ya getirdik. Gazete haberleri ve benim Cumhuriyet gazetesi ile Tempo dergisinde çıkan yazılarımla, Türkiye’deki genel kamouyunun ve iş çevrelerinin Abhazya’yı tanıması yönünde güçlü adımlar attık. Bu sayede Türkiye’den Abhazya’ya çok hızlı geliş gidişler başladı. Çeşitli sektörlerde (tarım, inşaat, turizm ve orman ürünleri) ortaklıklar kurulmaya başlandı. Bu arada diyaspora ilişkilerini daimi ve sistemli hale getirmek amacıyla Türkiye’den üç kişiye (Atay Ceyişakar, Cengiz Gül ve İrfan Argun) Abhazya’yı temsil yetkisi verdik. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden 25 kadar gençin Abhazya’ya üniversite okumak için gelişi umut ve heyecanı daha da artırdı. Velhasıl diyaspora-anavatan köprüsü kurulmuştu ve işler iyi gidiyordu. Öyle ki gelen-gidenle ilgilenmekten, birçoğunun hayali proje ve önermesini dinlemekten sıkılmaya bile başlamıştık.
Gördüm ki, Abhazya’nın en acil sorunu dış dünya ile haberleşmesindeydi. İletişim sistemi Gürcistan üzerindendi. Bundan kurtulmak üzere Türkiye’den destek arayışına başladım. Dönemin Maliye Bakanı Adnan Kahveci ile ilşkilerim iyiydi, Ankara’ya gelerek kendisi ile görüştüm. Abhazya’ya, toplam bütçesi 600 bin doları bulan 10 bin abone kapasiteli bir telefon sistemi kurulması konusunda “yardım” sözü aldım. (Abhazya’nın kararsızlığı ve Kahveci’nin görev yaptığı ANAP iktidarının sona ermesi nedeniyle bu proje gerçekleşemedi. Kaderin şu cilvesine bakın ki, 5 Şubat 1993’de Abhazya Dışişleri Bakanı Sait Tarkıl ve Yazarlar Birliği Genel Sekreteri Rauf Bijnu ile temaslarda bulunmak üzere geldiğimiz Ankara’dan İstanbul’a dönüyorduk, ağır aksak yürüyen eski bir Suzuki 4 çeker içinde yeni açılan TEM’de yol alıyorduk. Yol tenhaydı ve Gerede’ye 30-40 kilometre kala hızla bizi geçen siyah Mercedes’ı kıskanmıştık. 20 dakika sonra Gerede çıkışına geldiğimizde polis araçları ve ambülanslar arasında o siyah Mercedes’in hurdaya dönmüş halini görüp halimize şükretmiştik. Yarım saat sonra radyodan Kahveci’nin Gerede’de trafik kazasında öldüğü haberini aldık. Araç o araçtı.)
Ardzınba’nın bitmeyen enerjisi ve geleceğe dair büyük umutları vardı. Yine de, 1991 sonlarına doğru şartların giderek ağırlaşması O’nu da kaygılandırmaya başlamıştı.
Ardzınba’nın bitmeyen enerjisi ve geleceğe dair büyük umutları vardı. Yine de, 1991 sonlarına doğru şartların giderek ağırlaşması O’nu da kaygılandırmaya başlamıştı. Gürcistan, Abhazya ve Acaristan özerk cumhuriyetleri ile Güney Ozetya özerk bölgesi ile ilişkilerini düzenleyen anlaşmaları ve federal yapıdaki 1978 anayasını feshederek, 1921 anayasına dönmüştü. Abhazya’nın Gürcistan yönetimine “yeni dönemde nasıl bir siyasi- hukuki ilişki içinde olacaklarının” konuşulacağı görüşme talepleri yanıtsız kalıyordu.
Abhazya bu sancılı süreçten geçerken Gürcistan’da da işler karışıyordu. Gamsakhurdia karşıtları güçlenmiş, iktidar savaşı kızışmış, Tiflis ve Kutaisi gibi büyük kentlerinde sokak çatışmaları başlamıştı. Gürcistan’ın da karmaşık bir etnik yapısı vardı. İktidar savaşı kendilerini asil Gürcü sayan Kartveller ile Megreller (Gürcü olmayı benimsemiş Lazlar) arasındaydı. Gamsakhurdia Megrel asıllıydı ancak Kartvelleri temsil ediyordu.
Abhazya Parlamentosu’nda Abhaz ve Gürcü-Megrel vekiller arasında uzun, sert ve sonuçsuz tartışmalar yaşanıyordu. Abhaz aydınları ve halk temsilcileri tarafından kurulan, liderliğini Sergey Şamba’nın yaptığı Aydgılara (Birlik) hareketi, parlamento üzerinde baskısını artırıyordu.
Abhazya Özerk Cumhuriyeti’nin yönetim modelinde (protokolünde) en üst siyası otorite parlamento başkanıydı. Üç yardımcısı (Gürcü-Megrel, Ermeni ve Rus) vardı. Protokole göre 35 kişiden oluşan parlamento 15 Gürcü-Megrel, 14 Abhaz, 3 Ermeni, 2 Rus ve 1 Rum vekilden oluşuyordu. Başbakan ve bakanlar kurulunun siyasi yetkisi çok sınırlıydı. Günlük, pratik işlerle ilgili idari yetkilere sahiptiler. Başbakan Gürcü-Megrel, bir yardımcısı Abhaz, bir yardımcısı da Ermeni idi. Diğer bakanlıklar da Abhaz, Gürcü- Megrel, Ermeni ve Rus’lar arasında paylaştırılırdı. Dışışleri ve savunma bakanlıkları yoktu, bunlar Sovyetler’in yetki alanındaydı.
Bu denli karmaşık ve hassas dengeler üzerinde kurulu yapıda karar almak ve iş yapmak giderek imkansızlaşıyordu.
Yine sonuçsuz kalan bir parlamento toplantısının ardından, acemiliğin çaresizliğe dönüştüğü bir günün sonunda Ardzınba soruyordu, “Ne yapmalı?”…
Sözü dolandırmadım, “Olağanüstü dönemlerde olağan yöntemlerle iş yapılamaz. Yetkileri tek elde toplamak gerek. Lider sizseniz inisiyatifi alın. Bunu siz yapmazsanız başkası yapar”.
Soruyordu, “Bana diktatörlük mü öneriyorsun?”.
Cevap, “Diktatör olmanızı değil lider olmanızı öneriyorum”….
Hızlı ve keskin siyasi gelişmeler ister istemez Ardzınba’yı liderliğe zorluyordu. İlk adım, yönetim protokollerini zorlayarak, yasama ve yürütmeyi tek elde toplayacak fiili “Devlet Konseyi”nin oluşturulmasıydı. Bu adım doğaldır ki parlamentodaki ayrışmayı hızlandırdı. Gürcü-Megrel vekiller kazan kaldırmıştı. Abhaz, Ermeni, Rus ve Rum vekillerin desteği ile Ardzınba ipleri tek elte toplamaya başlamıştı. Gürcü-Megrel vekiller kısa süre sonra Parlamentodan çekilerek, Turbaza Hotel’de ayrı bir “parlamento” oluşturdular. Saflaşma, Gürcü-Megrel halkın sokak gösterileriyle destekleniyordu.
Abhazya ile birlikte Güney Osetya’da da sıcak gelişmeler yaşanıyordu. Gürcistan’ın Güney Osetya’nın özerkliğini kaldırma girişimi çatışmalara yol açmış, Osetya Parlamentosu 1 Aralık 1991’de bağımsızlığını ilan ederek kendi silahlı birliklerini kurmuştu. Gamsakhurdia’nın “eli silah tutan tüm Gürcüler Güney Osetya’ya” çağrısı Rusya’yı harekete geçirmiş ve Rus ordu birlikleri G. Osetya’yı desteğe gelmişti.
Bölgedeki siyasi-askeri gelişmeler Abhazya yönetiminin de önceliklerini değiştirmişti. Gerginlik çatışmaya doğru sürükleniyordu. İki kademeli bir strateji oluşturuldu; (1) Gürcistan’ın askeri müdahale hevesini kırmak, soruna görüşmelerle çözüm aramak için ikna etmek, (2) olası bir askeri müdahaleye karşın hazırlık yapmak. Abhazya’nın coğrafi konumu, tarihi, siyasi ve kültürel bağları dikkate alındığında nereden destek aranacağı belliydi; Rusya ve Türkiye…
21 Mayıs 1991’de, kardeş Kafkas halkları temsilcileri Abhazya’ya destek için Sohum’daydı. Gelenler arasında en dikkat çekici kişi, hiç kuşku yok ki, siyah fötr şapkasıyla Cahar Dudayev’di…Ve Dudayev Rusya’ya meydan okuyordu…
Rusya Federasyonu ile ilişkiler Federasyonda yer alan Kardeş Kafkas halkları ve cumhuriyetlerinin sayesinde ağırlık kazanıyordu. Rusya’nın, Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırısına hemen müdahale etmesi Abhazya’da güven yaratmıştı. Bu arada, Kuzey Kafkas Halkları’nın birliğini sağlamak amacıyla 1989’da kurulan Kafkas Halkları Konfederasyonu, 1-2 Kasım 1991 tarihinde Sohum’da toplanan genel kurulunda Abhazya’ya “tam destek” kararına varmıştı. V. Ardzınba Moskova yönetimi ile ilişkilerini S. Baburin gibi birkaç “etkin” siyasetcinin desteği ile geliştirmeye çalışıyordu. Güney Rusya’daki Kazaklar Abhazya’yı desteklemek üzere kalabalık bir heyet göndermişti. Ayrıca Abhazya gibi Gürcistan ile ilişkileri askıda bulunan Acaristan ve Güney Osetya yönetimleri ile “ortak tutum” belirlemek üzere temaslara başlanmıştı. 1991’in 21 Mayıs’ı (Kafkasya’dan Osmanlı’ya sürgünün yıldönümü) tüm kardeş Kafkas halklarını Abhazya’ya destek verdiği büyük bir gövde gösterisine dönüşmüştü. Adige’den Kabartay-Balkar’dan, Karaçay- Çerkes’de, Çeçenistan’dan, Osetya’dan, Dağıstan’dan yüzlerce delege Sohum’un eski limanındaki “Muhaceret Anıtı”nda biraraya gelmişti. Konuşmacılar arasında en fazla dikkat çeken siyah fötr şapkasıyla Cahar Dudayev’di. Sovyet Strateji Hava Kuvvetleri Tümen Komutanlığı (Tümgeneral) görevinden ayrılmıştı ve 27 Ekim 1991’de Çeçenistan’ın devlet başkanı olacağı siyasi yürüyüşünün başında bulunuyordu. “Tüm kötülüklerin anası olarak” tanımladığı Rusya’ya meydan okuyan konuşması kalabalık üzerinde derin bir sessizlik yaratmıştı. (Yanımda duran Kafkas Halkları Konfederasyonu Başkan Yardımcısı Genadi Alamia’nın, “Bu adam Rusya’ya ve Ruslara karşı nefret dolu. Bu nefretin Kafkasya’ya kan ve gözyaşı getirmemesini ümit edelim” diye kulağıma fısıldayışını dün gibi hatırlarım.)
Eksik kalan, Türkiye ile yönetim düzeyinde ilişki kurmak ve büyük çoğunluğu Türkiye’de bulunan Abhaz-Adige diyasporası ile ilişkileri güçlendirmekti. Bu çerçevede Ardzınba ve beraberinde üst düzey bir heyetin Türkiye ziyareti, gerekli ve öncelikli hale gelmişti. Bunda ısrarlıydım, çünkü olası bir çatışmada diyasporanın desteğini kazanmak önemliydi. Öte yandan bu ziyaretin çeşitli riskler taşıdığının da bilincindeydim. Rusya tarafından nasıl karşılanacağı belli değildi. Zira, ete-kemiğe bürünmeye başlayan Rusya desteğini, karşılığı olmayan bir adımla riske atmak akıllıca olmazdı. Ayrıca, Türkiye’nin resmi olarak Abhazya meselesini nasıl algıladığı belirsizdi ve başarısız bir ziyaretin Gürcistan’a karşı elimizi zayıflatacağı muhakkaktı. Arzınba’nın da kafasında aynı sorular vardı. Ben, Türkiye’de temsil yetkisi verdiğimiz 3’lü (A.Ceyişakar, C. Gül ve İ.Argun) ile ziyaretin detaylarını kotarmaya çalışırken Ardzınba da Rusya’nın nabzını ölçmeye çabalıyordu.
21.11.1991
Gürcistan’da iç savaş sonunda 6 Ocak 1992’de Gamsakhurdia devrildi, yerine “Beyaz Tilki” lakaplı Shevardnadze geçti. “Beyaz Tilki” selefini aratacak denli şovendi…
Gürcistan’da şiddetlenen iç savaş iktidarın devrilmesiyle sonuçlanmıştı. 6 Ocak 1992’de Zviad Gamsakhurdia ülkeyi terk etti. Devirenlerin oluşturduğu Devlet Konseyi yönetime el koydu ve Devlet Konseyi Başkanlığı için Moskova’dan Eduard Shevardnadze davet edildi. “Beyaz Tilki” lakaplı Shevardnadze, Sovyetler Birliği’nin son dışışleri bakanıydı ve Gorbachev ile birlikte “Sovyetleri yıkan” lider olarak Batı’da yüksek krediye sahipti.
Shevardnadze’nin gelişi Abhazya’da yalancı bir umut yarattı. Gamsakhurdia gibi şoven milliyetçi olmayacağı, Abhazya ile ilişkilerde “akıl yolu”nu tercih edeceği beklendi. Ancak kısa sürede umutlar “boş”a çıktı. “Beyaz Tilki” selefini aratacak denli şoven ve saldırgandı.
Shevardnadze’nin Batı’daki kredisi Gürcistan’a ihtilaflı konuma rağmen Birleşmiş Milletler’e ve AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) gibi uluslararası kuruluşlara üyelik sağladı. Bu üyeliklerle Abhazya, Acaristan ve Güney Osetya Gürcistan toprağı olarak tanımlanmıştı.
Abhazya’da gerilim tırmanırken Haziran ortasında Güney Osetya’da savaş patlak verdi. 18 Haziran 1992’de Gürcistan birlikleri Güney Osetya’ya saldırdı. Rusya’nın müdahalesi ile 4 Temmuz’da ateşkes imzalanarak güvenlik koridoru oluşturulmuştu.
O hafta Ardzınba Moskova’ya gitti. Beş gün sonra döndüğünde yanına çağırdı ve Türkiye ziyaretini en kısa süre içinde yapmamız gerektiğini söyledi. Bunu farklı ihtimaller ışığında yorumladım; (1) Moskova’dan umduğunu bulamamıştı, (2) Rusları kızdırmak pahasına Türkiye şansını kullanmak istiyordu, (3) Ruslara, “siz destek vermezseniz başka kapılar açarız” mesajı vererek etkilemek istiyordu, (4) Ruslar, Türkiye ziyaretine onay vermişti.
“Hangisi” diye sorduğumda “hepsi” cevabını vermişti.
23-29 Temmuz tarihlerini belirledik. Cumhurbaşkanı (Turgut Özal), Başbakan (Süleyman Demirel), Başbakan Yardımcısı (Erdan İnönü) Dışişleri Bakanı (Hikmet Çetin), Parlamento Başkanı (Hüsamettin Cindoruk), muhafete parti başkanları (Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit) ile görüşmeleri de hedefleyen bir program için çalışmalara başladık. Elbette, diyaspora ile şaşalı bir kuçaklaşma ihmal edilmeyecekti. Ardzınba ile birlikte Türkiye’ye gelecek heyet K. Ozgan (Parlamento Dış Ekonomik İlişkiler Komitesi Başkanı), G. Dopua (Enerji, Ulaştırma ve Haberleşme Bakanı), N. Çanba (Kültür Bakanı), G. Alamia (Parlamenter, Kafkas Halkları Konfederasyonu Başkan Yardımcısı), A. Cergenia (Ardzınba’nın Özel Temsilcisi ve Başdanışmanı) ve benden oluşuyordu.
Abhazya, Sovyetler Birliği’nin gözde turizm merkezlerinden biriydi. 500 bin cıvarında insanın yaşadığı bu ülkeye her yıl 5 milyondan fazla turist gelirdi. Sovyetler’in dağılma süreci Abhazya’ya turist gelişini büyük ölçüde engellemişti. Gelen turist sayısı 1990’da 1 milyona, 1991’de 400 bine ve 1992’de de yüzbinin altına düşmüştü.
1992’de iyice tırmanan gerginlik yüzünden Abhazya’da yaşam giderek zorlaşıyordu. Ruslar ve Rumlar Abhazya’yı terketmeye başlamıştı. Korku ve karamsarlık kanser gibi yayılıyordu. Korkuya meydan okumak üzere bir şey yapmak gerekiyordu. Ve ünlü açıkhava şenliği böyle başladı…
Güney Osetya’daki çatışmalar, o sıralarda Gagra, Pitsunda, Gudauta ve Sohum ve Oçamçira sahillerinde tatil yapanları kaçırmakla kalmamış, yerli halkı da sindirmişt. Sohum’da yaşam giderek soluyordu, hava kararmadan kent yaşamı duruyordu; insanlar sokaklardan çekiliyor, evlerine kapanıyordu. Sohum neredeyse ölü bir kent olmuştu. Rumların Yunanistan’a, Rusların Rusya’ya göçü hızlanmıştı. Abhazya Devlet Tiyatrosu oyuncusu Rum kızı Lena, “ailem Yunanistan’a gidiyor. Kal dersen kalacağım” demişti. Bu, birbirimizi bir daha göremeyeceğimiz hüzünlü bir veda demekti. Ve Ritsa Oteli’nde haftalarca koridor arkadaşlığı yaptığım Odesalı danscı kızlardan Vika son kez ay ışığının aksında Enigma eşliğinde solo-nü sunuyordu.
Çözülme hızlıydı, karamsarlık kanser gibi Sohum’u rehin almıştı ve ben insanları sokaklarda tutmak için ne yapmak gerektiğini düşünüyordum. Ritsa Oteli’nin deniz tarafında Ermeni Agop’un işlettiği cafe ve çevresinde haftada bir şarkılı-danslı bir açıkhava etkinliği düzenlemeye karar verdim. Türkiye’den gelen öğrencilerin ve yakın dostlarımın desteği ile Haziran’ın ikinci yarısı Cuma öğleden sonrası şenlik başladı. Müzik ve dans gruplarının performanslarıyla desteklenen bu mütevazı şenlik iki hafta içinde, taa Gagra’dan, Gudauta’dan, Oçamçira ve Tkvarçal’dan da insanların geldiği, binlerce kişinin katıldığı, umut ve yaşamın korku ve karamsarlığa meydan okuduğu bir karnavala dönüştü. Abhaz, Rus, Ermeni, Gürcü, Rum şarkı ve danslara rap, vals, slow, tango eklendi… Sergiler, sokak tiyatrosu, mim gösterileri, şiir düelloları izledi. Bu küçük adım o kadar etkili oldu ki, yazarlar, şairler, ressamlar, parlamenterler, bakanlar icabet etmeye başladı. Herkes Cuma’yı iple çeker oldu. Ardzınba da dayanamadı, geldi, 10 yıldır ilk kez dans etti. Beni, “sen sihirbaz mısın” diyerek kucakladı. Velhasıl “Sezai’nin Karnavalı” taa Nalçik’e, Maykop’a, Moskova’ya, Leningrad’a kadar uzanan bir efsane oldu. O hafta karnaval varsa savaş yok demekti. (Bu karnavalı, Agop’un cafesini, Agop’u ve Ritsa Oteli’ni ayrıca yazacağım).
Savaş yaklaşıyordu ve Ardzınba, “Savaştan çok, sonrasını düşünüyorum. Gürcüler bizi yenemez ama bu savaşta en değerli insanlarımızı kaybedeceğiz. Zaten nüfusumuz az ve geride kalanlarla toparlanmamız kolay olmayacak” diyordu. Bu dokunaklı sözler bana, tanıdığımda politikanın acemisi olan Ardzınba’nın artık halkının kaderine hükmeden bir lidere dönüşmeye başladığını anlattı…
Türkiye’ye gelişimizden kısa süre önce önce Ardzınba’nın ofisinde hazırlıkları gözden geçiriyorduk. Yorgundu, gergin ve tedirgindi. Ayağa kalktı, geniş pencerelerden eski limana, dev okaliptus ağaçları arasından Karadeniz’in maviliğine uzun uzun baktı. Sesi titriyordu, “Biliyorsun Şevardnadze tüm çağrılarımızı ve görüşme taleplerimizi reddediyor. Bugün bir kez daha telefonla ulaşmaya çalıştım, görüşmedi, yardımcısı kaçamak cevaplar verdi. Artık savaşın çok yakınımızda olduğunu hissediyorum. Bu, her bakımdan haksız bir savaş olacak. Gürcistan hırsızı, uğursuzu, narkomanı üstümüze salacak, biz ise tam tersine en nitelikli gençlerimizle kendimizi savunacağız. Savaşın en büyük haksızlığı burada. Bizi yenmeleri, Abhazya’yı ele geçirmeleri mümkün değil. Tarihte hiçbir güç Abhazya’yı ele geçiremedi. Gürcüler de bunu yapamayacak. Ama en değerli insanlarımızı kaybedeceğiz. Savaşın kendisinden çok sonrasını düşünüyorum. Zaten nüfusumuz az ve geride kalanlarla yeniden toparlanmak hiç de kolay olmayacak” dedi.
Bu dokunaklı konuşma bana, tanıdığımda politikanın acemisi olan Ardzınba’nın artık halkının kaderine hükmeden bir lidere dönüşmeye başladığını anlattı. Konuşma dramatikti ama benim açımdan güven vericiydi. O’nu teselli edecek hiçbir söz yoktu. Sadece, bu konuşmanın kendisine olan inancımı pekiştirdiğini söylemekle yetindim.
Tekrar masasına döndü ve önündeki dosyalara bakarak, “Önümüzdeki parlamento toplantısında egemenlik meselesini görüşeceğiz ve karar alacağız. Zira artık Gürcistan Parlamentosu’nun ve Gürcistan Devlet Konseyi’nin aldığı kararlar sonucunda bizim Gürcistan’la hiçbir huhuki ilşikimiz kalmadı. Bu durumda biz de kendi yolumuzu belirlemek durumundayız.” diye devam etti.
Ömümüzdeki parlamento toplantısı 23 Temmuz’da (1992) yapılacaktı. Türkiye ziyareti ise 24 Temmuz’da başlayacaktı.
“Bu durumda Türkiye ziyaretini erteleyecek miyiz ya da siz gelmeyecek misiniz” diye sordum. Zira, egemenlik kararının Gürcistan’ı kızdıracağı, ayrıca hemen Türkiye’ye gitmenin Rusya tarafından nasıl algılanacağı da belli değildi. Haydi bunları bir tarafa bıraktık, bu denli kritik bir karar sonrası bir numaralı liderin ülke dışına gitmesinin halk tarafından nasıl değerlendirileceği düşünülmeliydi. Bunları sordum. Gülümsedi. “Hepsini düşündüm. Türkiye’yi ziyaret programı şimdilik aynen devam edecek” dedi. Biraz daha üsteledim. Zira, Türkiye’den (yönetimden ve diyasporadan) karşılığı olmayan yüksek bir beklenti içinde olmasından korkuyordum. Türkiye ziyaretinin önemi ve beklentiler konusunda hep ölçülü ve temkinli değerlendirmeler yapmıştım. Bu kritik dönemde, Abhazya’nın bağımsızlığı yolunda atılacak en önemli ve bir o kadar da tehlikeli bir adımdan hemen sonra Türkiye’ye gitmekle beklenti çıtasını çok mu yükseltiyorduk?.. Ayrıca Türkiye’de hedeflenen görüşmelerin çok gerisinde bir ziyaret programı oluşmuştu. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı Dışişleri Bakanı ile görüşme konfirme edilmemişti.
“Bunları önümüzdeki günler düşünmeye ve değerlendirmeye devam ederiz” dedi. Düşünme ve değerlendirme son ana kadar devam etti.
23 Temmuz sabahı, Abhazya’nın hemen her bölgesinden gelen binlerce insan Parlamento binasının etrafında coşkulu bir kalabalık oluşturdu. Sloganlarla, bayraklarla, pankartlarla, çiçeklerle, şiirlerle, şarkılarla Parlamento’ya destek veriyorlardı. Tam bir bayramdı. Saat 15:00 sularında Parlamento oybirliği ile (Abhaz, Rus, Ermeni ve Rum vekillerin tamamının oyu ile) Abhazya’nın egemenlik kararını aldı ve ilan etti. Muhteşem bir gündü ve üç gün önce Abhazya’ya gelen gazeteci dostum Nazım Alpman (Milliyet’ten) tanık olduğu bu anı, “ilk kez bir ülkenin doğuşuna, kuruluşuna şahit oldum, inanılmaz” diye özetliyordu. (Nazım Alpman, bir haftalık Abhazya ziyaretini Milliyet’te kapsamlı bir yazı dizisi ile milyonlara aktarmış, Abazların “Tanrı tüm halkları özgür ve mutlu kılsın, Abhazları da unutmasın” duasına uluslararası ün kazandırmıştı.Tşk.)
“Egemenlik bayramı”nın sıcaklığını üstümden atıp Türkiye’yi ziyaret için hazırlıkları gözden geçirmek (görüşmelerde masaya konacak tanıtım ve proje dosyalarını tamamlamak ve ziyaret programına son şeklini vermek) üzere ofise geçmiştim. Saat 19:00 suları Ardzında kapıdan başını uzattı, “gidiyoruz” dedi.
23 Temmuz günü saat 10:15’de, bizi Soçi’den İstanbul’a getirecek uçak havalandığında, hepimizi için için kemiren “Rusya veya Gürcistan’ın Rusya’daki eli Türkiye’ye gidişimizi engeller mi” tedirginliği yerini “işler yolunda” rahatlığına bıraktı. Ardzınba ve beraberindekiler, ülkelerini temsilen, Rusya dışında bir ülkeye ilk kez gidiyordu. Ve Türkiye’deki Abhaz-Adige diyasporası ilk kez anavatandan bu düzeyde bir heyeti karşılayacaktı. Yeterince heyecan vericiydi. Ve 5 günlük ziyaretin her anı heyecan dolu geçti.
Resmi-gayrıresmi tüm görüşmelerin Abhazca yapılması konusunda mutabakata varmıştık. Ve tercüme işi bana düşüyordu. Abhazcaya o denli hakim olmadığımı söyleyince, Ardzınba, “Abhazcaya değilse de Abhazya’ya hakimsin. Benim de Abhazcam iyi değil. Senden, görüşmelerde ne söylediğimi değil ne söylemek istediğimi anlatmanı istiyorum” diyerek özgüvenimi yükseltti.
İlk şok, Atatürk Havaalanı’nda yaşandı. Bizi karşılayacak ekip yanlış uçağa gitmiş, çaresiz pasaport kontrolüne vardığımızda bizi bulabilmişti. Çıktığımızda ise kim hangi araca binecek kargaşası yaşandı. Hesapta olmayan bir oldu-bitti ile yüz yüzeydik; karşılama ekibinde Tarık Ümit de vardı ve Ardzında ile ben T. Ümit’ın aracına bindirildik. Türkiye ziyaretinin “derin devlet” ve “mafya” ile şaibelenmesi iyiye alamet değildi. Bu, pimi çekilmiş bir bombanın kucağa düşmesi gibi bir şeydi. T. Ümit Ardzınba ile aynı sülaledendi. Temsilcilerle birlikte daha önce Abhazya’ya gelmiş, “ilişki ağı, gücü ve becerisi” konusunda Ardzınba’yı etkilemeye çalışmıştı. T. Ümit konusunda temsilciler arasında da görüş farklılıkları vardı. Ancak baskın ele avuca sığmaz bir karater olduğu için kimse başa çıkamıyordu. Ardzınba’yı akrabasından uzak durması konusunda ikna etmem o kadar kolay olmadı. Hiç değilse bu ilişkinin “özel” kalmasını, resmi ve açık görüşmelerde yer almamasını sağlayabildim.
Türkiye ekibimiz hükümet düzeyinde görüşme ayarlayamamıştı ancak Ardzınba’nın mevkidaşı TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk ile Dolmabahçe Sarayı’nın şaşalı ortamında yaptığımız görüşme, Cindoruk’un babacan ve insanı rahatlatan kabulü ile hepimizi motive etmişti. İyi bir başlangıçtı ve başarılı bir görüşmeydi. Akabinde Adapazarı’ndaki diyaspora ile büyük kucaklaşma, Ardzınba’ya “iyi ki geldik” dedirtecek cinstendi. Basın toplantısı, röportajlar, protokol yemekleri, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit ile görüşme, Anıtkabir’i ziyaret ve özel protokol defterine tarihte ilk kez Abhazca yazmak hepimizi kanatlandırmıştı. Ancak, ANAP (anamualefet partisi idi) Genel Başkanı Mesut Yılmaz’la yaptığımız görüşme, dipten dipten nasıl bir blokajla karşı karşıya olduğumuzu anlamamızı sağladı. Yılmaz’ın, görüşme sırasında, Dışişleri Bakanlağı’nın kendisine Abhazya heyeti ile görüşmemesi konusunda telkinde bulunduğunu ancak kendisinin bunu kabul etmediğini açıklaması, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Abhazya’ya olumsuz bakışını deşifre etti. Bununla kalsa iyiydi, bizim heyet henüz Türkiye’deyken Başbakan (S. Demirel) ve Dışişleri Bakanı (H. Çetin) Tiflis’e giderek Gürcistan’la -Abhazya, Acaristan ve Güney Osetya’yı da içine alan üniter devlet yapısını onaylayan- anlaşmalar yaptılar. Bu durum Ardzında ve beraberindekilerden çok diyasporadakiler üzerinde büyük hayal kırıklığı yarattı.
Ardzınba ve heyeti abartısız bir umut ve memnuniyetle Türkiye’den ayrıldı. Ben de onlarla geri dönecektim. Son gün akşam odasına çağırdı. “Burda kalmalısın. En azından 1-2 hafta kalmalı ve yaptığımız görüşmelerin takipcisi olmalısın” dedi. İtiraz ettim, “Ya savaş çıkarsa”. “İyi ya” dedi. “Savaş çıkarsa Abhazya’dan çok Türkiye’de işimize yararsın”… Ve çantasından kalınca bir zarf çıkardı, “Al, burda biraz para var. Senindir. Çok değil, bir süre masraflarını karşılar”. Olmaz’lanmalarım işe yaramadı. Odama döndüm, zarfı açtım, çoğu 5’lik, 10’luk 20’lik toplam 2.380 dolar vardı.
Abhaz yönetimi, kasım 1994’te tekrar bağımsızlık ilan etti ve Vladislav Ardzınba ilk cumhurbaşkanı olarak seçildi.
Moskova’da 16 Ocak 1996 tarihinde toplanan Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi ülkeler, Abhazya’ya, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü kabul edinceye kadar ekonomik ambargo uygulanması konusunda anlaştı.
Osetya, coğrafi olarak Kafkas sıradağları tarafından ve siyasi olarak da bu bölgeyi ele geçiren Rus çarlarının, ülkenin güneyini Gürcistan’ın yönetimine sokmalarından beri bölünmüş bir ülke. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Kuzey Osetya, Rusya Federasyonu’nu oluşturan cumhuriyetlerden biri olurken, Güney Osetya, Gürcistan’ın bir parçası olarak kaldı.
Ancak Güney Osetya Tiflis’den daha fazla Moskova’ya meylediyordu. Gürcistan’dan ayrılarak (Kuzey Osetya’yla tekrar birleşmek suretiyle) Rusya Federasyonu’na katılma talepleri, Gürcistan tarafından toprak bütünlüğüne ve kendi egemenliğine tehdit olarak algılandı ve algılanıyor. Güney Osetya’nın statüsü konusundaki anlaşmazlık çözülemedi.
Bağımsızlığın ilanı ve patlak veren çatışmalar
Eylül 1990’da Güney Osetya Demokratik Sovyet Cumhuriyeti ilan edildi. 20 Kasım 1990’da kendi bağımsızlığını ilan eden Gürcistan Parlamentosu, Aralık 1990’da Güney Osetya Cumhuriyeti’nin özerkliğini kaldırdı ve bölgeyi doğrudan Tiflis’in yönetimi altına soktu. Bu kararı, o zamanki Sovyet Devlet Başkanı Gorbaçov bir kararnameyle yürürlükten kaldırdı. Güney Osetya’da silahlı çatışmalar başladı.
1989’da Güney Osetya’nın yaklaşık 98 bin nüfusu vardı; bunlardan 65 bini Oset, 20 bini Gürcüydü. Kasım 1991’de, Gürcülerin çoğu Güney Osetya’nın başkenti Tshinvali’den ve çevresindeki köylerden kaçtılar. Aynı ayın 23’ünde, o zamanki Gürcistan Devlet Başkanı Zviad Gamsahurdiya, “silah taşıyabilen bütün Gürcüleri” Güney Osetya’nın gerçekten Gürcistan’dan ayrılmasını önlemek için, Tshinvali üzerine yürümeye çağırdı. Güney Osetya Parlamentosu bunun üzerine cumhuriyetin bağımsızlığını yeniden onayladı, olağanüstü durum ilan etti ve 1 Aralık 1991’de kendi Ulusal Muhafız Birliği’nin kurulması kararını aldı.
Ocak 1992’de Gamsahurdiya devrildiği için Gürcü birliklerinin saldırısı gerçekleşmedi. Ondan sonra iktidara gelen Edvard Şevardnadze, görüşmelerde bulunmak istediğini bildirdi ve hemen Güney Osetya’daki Gürcü Ulusal Muhafız birliklerinin kontrol altında olmadığını iddia etti. Birçok görüşme girişimi boşa çıktı.
Rusya’nın tutumu
Rusya, Güney Osetya’nın 1991’de kurulan Rusya Federasyonu’na katılmak için defalarca yaptığı başvuruları reddetmesine rağmen, birliklerini Kuzey Osetya sınırına yığdı ve 18 Haziran 1992’de bu birlikler, savaş helikopterleri ve tanklarla birlikte Gürcü Ulusal Muhafız birliklerine karşı Tshinvali civarında savaşa girdiler. Devlet Başkanı Şevardnadze, bunu Moskova’nın Güney Osetya’yı zorla ilhak etmek için emperyalist bir girişimi olarak nitelendirdi. Gürcü Ulusal Muhafız birlikleri Güney Osetya’ya ağır bir bombardıman saldırısına başladılar.
22 Haziran 1992’de, Rusya’nın 1991 yazından beri görevde bulunan devlet başkanı Boris Yeltsin, tarafları görüşmeler için Ukrayna’nın Dagomıs kentine davet etti. Burada Rusya, Gürcistan, Kuzey ve Güney Osetya’dan birliklerin katılımıyla oluşturulacak bir barış gücünün gözetiminde ateşkes anlaşmasına varıldı. Gürcistan-Güney Osetya sınırında ve Tshinvali çevresinde güvenlik koridoru kuruldu ve 4 Temmuz 1992’den itibaren burayı gözetim altında bulunduracak barış gücü konuşlandırıldı.
Nihayetinde, 1992 Temmuz’unun son haftası için ziyaret programlandı. son Türkiye ziyareti sadece büyük diyaspora varlığı için değil, tarihi ilişkiler bakımından da önemliydi. Ancak Rusya’yı kızdırmak , Oçamcira limanı ve çevresini kapsayacak serbest bölge projesi,
Vladislav Grigoryeviç Ardzınba 14 Mayıs 1945 yılında Abhazya’nın Sohum bölgesine bağlı Nijneya Eşera köyünde doğdu. Çocukluğu ve ilk okul yılları köyünde geçen Ardzınba 1966 yılında Sohum Devlet Pedagoji Enstitüsünü bitirdi ve SSCB İlim Akademisi Doğu Bilimler Enstitüsünde lisansa başladı. V. Ardzınba 1969-1988 yılları arasında SSCB İlim Akademisi Doğu Bilimler Enstitüsünde Orta Asya halklarının tarihi, kültürü ve eski dinleri konuları üzerine çalışmalarda bulundu. 1985 yılında doktorasını bitiren Ardzınba 40’dan fazla makale ve eleştiri çalışmasının sahibi.
Vladislav Ardzınba 1988 yılında Abhazya ilmi araştırmalar enstitüsü müdürlüğüne, 1989 yılında SSCB Üst Kurul Milletvekilliğine, 1990 yılında Abhazya Üst Kurul Milletvekilliğine seçildi. 1992 yılında Devlet Savunma Komitesi Başkanlığına seçildi ve onun başkanlığında Abhazya 30 Eylül 1993 tarihinde milli kurtuluş savaşını kazandı. Gürcistan’a karşı Abhazya’nın savaşı kazanmasının ardından 26 Kasım 1994 yılında Abhazya başkanlığına seçildi. 3 Ekim 1999 tarihinde ise halkın oylarıyla Ardzınba ikinci kez devlet başkanlığına seçildi. Evli ve bir kızı var.
1991’de Zviad Gamsakhurdia iktidarda 1992 (Mart) Shevardnadze iktidarı
31 Mart 1991 tarihinde Gürcistan düzeyinde referanduma gidilerek bağımsızlık yetkisi alınmış, 28 Nisan 1991’de, Gürcistan Parlamentosu Gürcistan’ın bağımsızlığını ilan etmiştir.
1991 yılı Mayıs ayında Zviad Gamsahurdia halkın %86,5 oyu ile yeni kurulan Cumhuriyetin Başkanı oldu. 21 Aralık 1991 tarihinde başlayan iç çatışmalar,6 Ocak 1992 de Zviad Gamsahurdia’nın ailesi ile birlikte ülkeyi terk etmesiyle son buldu. Ekim 1992’de yapılan seçimler sonucunda Eduard Şevardnadze Devlet ve Parlemento Başkanı seçildi.
Bağımsızlık Savaşı - Koronoloji
1992
14 Ağustos: Gürcistan Devlet Konseyi birlikleri Abhazya topraklarına giriyor.Gal, Oçamçıra ve Gulrıpş bölgelerini ele geçiriyorlar ve Sohum’un doğudaki dış mahallelerine geliyorlar. Şehirde sokak savaşları başlıyor. Abhazya Devlet Başkanlığı seferberlik ilan ediyor.
15 Ağustos: Gagra’ya Gürcü birlikleri çıkarıldı. Sohum’da sokak savaşları devam ediyor. Kuzey Kafkas cumhuriyetlerinde savaşan Abhaz halkını destekleme amaçlı halk hareketi dağıtılıyor.
18 Ağustos: Sohum Gürcü birlikleri tarafından tamamen ele geçiriliyor. Aşağı ve yukarı Eşera bölgesinde şiddetli savaşlar oluyor. Gürcü birliklerinin kontrol bölgesinde yağmalar, çapulculuklar ve zorbalıklar kitlesel bir karakter kazanıyor. İşgal altında olan Oçamçıra bölgesinde Abhaz partizan birlikleri aktif bir şekilde hareket etmeye başlıyorlar. Grozni’de Kafkas Dağlı Halkları Konfederasyonu parlamentosu gönüllü birliklerin Abhazya’ya hareketi hakkında karar alıyor.
19 Ağustos: Gagra, Gürcü birlikleri tarafından tamamen ele geçiriliyor.
25 Ağustos: Gürcü birliklerini yöneten Albay G. Karkaraşvili, “Genel olarak 100 bin kişi ölürse, bunun 97 bini sizden olacaktır” diye bildirdi.
3 Eylül: Moskova’da B. Yeltsin, E. Şevardnadze ve V. Ardzınba’nın katılımıyla görüşmeler başladı. Genel bir belge imzalandı: 5 Eylül 12:10’dan itibaren ateşkes olması, Kuzey Kafkasyalı gönüllü silahlı birliklerin Abhazya’dan çekilmesi, Gürcistan’ın askeri kuvvetlerinin aktarılması, bölgenin resmi organlarının faaliyetlerine yeniden başlaması.
5 Eylül: Ateşkes, başlamasından 10 dakika sonra, Eşera’daki Abhaz mevzilerinden Gürcü tarafına açılan ateşle bozuldu. Orada 22:30’da Gürcü birlikleri tank saldırılarına başladılar.
25 Eylül: VS RF “Abhazya’daki olaylarla bağlantılı olan Kuzey Kafkasya’daki sosyal politik durum hakkında” karar aldı. Eylül ayından itibaren Abhaz şehri Tkvarçal’a Gürcü birlikleri tarafından kuşatma uygulanmaktaydı.
1-6 Ekim: Gagra va Gagrinskiy bölgelerinin işgalcilerden kurtulması için askeri harekat düzenlendi. Psou sınırına kadar olan bölge geri alındı.
23 Ekim: Özel Gürcü birliklerinin kasıtlı faaliyetleri sonucunda Sohum’da, Abhazya’nın Devlet Tarihi ve Tarih Edebiyat ve Dil Enstitüsünün arşivi yakıldı ve yok edildi.
14 Aralık: Gürcü tarafı kuşatma altına aldığı Tkvarçal şehrinden sivil halkı tahliye eden Mİ-8 Rus helikopterini düşürür. Genelini kadınlar ve çocukların oluşturduğu 60 yolcu ve mürettebat öldü.
1993
5 Ocak: Abhaz birliklerinin Gumısta cephesindeki taarruz harekatları. Öncü birlikler Sohum’un kenarlarına çıkıyorlar ancak bundan sonra başarı sağlanamıyor.
16 Mart: Karşı taarruz yürüyüşünde Abhaz birlikleri Gumısta’ya zorla girdiler ve Sohum’un yakınındaki stratejik tepeleri zapettiler. Ancak bundan sonraki taarruz gelişmeleri başarılı olmadı. Çok kan akan savaşlardan sonra 18 ve 19 Mart’ta Abhaz birlikleri, hareket mevzilerine geri döndüler.
22-23 Mayıs: Gürcü tarafı, yaklaşık 500 ücretli askeri Ukrayna’dan Gumısta cephesi’ne sevketti.
24 Mayıs: Gürcü tarafı kuşatılmış Tkvarçal şehri için sosyal yardım yüklü MI-8 Rus helikopterini düşürdü. 5 kişilik mürettebat öldü.
15-18 Haziran: RF arabuluculuğunda Moskova’daki Abhaz-Gürcü görüşmelerinin ilk raundu, ateşkes antlaşmasının hazırlanmasıyla geçti.
1-12 Temmuz: Moskova ‘da Abhaz-Gürcü görüşmelerini ikinci raundu başladı.
2-15 Temmuz: Abhaz ordusunun taarruz hareketleri.
18-25 Temmuz: B.Pastuhov‘un Gudauta, Sohum ve Tiflis arasındaki ateşkes andlaşmasının hemen yapılması amaçlı mekik seferleri.
27 Temmuz: Soçi’de ateşkes antlaşması ve onun gözetilmesi için kontrol mekanizması imzalandı.
9 Ağutos: V. Ardzınba, B.Yeltsin ve Butros Gali’ye mektup gönderir. Gürcü tarafının Soçi antlaşmasını görmezden gelmesine dikkati çeker. Abhaz mevzilerine saldırı devam etmektedir, birliklerin ve askeri araçların çıkış planı ağırdan alınmaktadır.
22 Ağustos: Kontrol için kurulmuş olan Birleşik Komisyon, Abhaz tarafı birliklerinin ve askeri araçlarının ayrılmasının tamamlandığını, Gürcü tarafının görevini tamamlamadığını tesbit eder.
16-30 Eylül: Abhaz ordusunun son taarruz harekatı.
21-26 Eylül: Sohum’da sokak çatışmaları, Oçamçıra cephesinde başarılı operasyonlar düzenlendi. 27 Eylül’de Abhaz Cumhuriyeti’nin başkenti Sohum kurtarıldı.
30 Eylül: Çekilen birlikleri takip eden Abhaz birlikleri, İngur’daki Abhaz-Gürcü sınırına çıkıyorlar. Abhaz Cumhuriyeti toprakları işgalcilerden kurtuluyor.