Gelecek Arayışı
21 Mayıs: Geçmişin Gerçekleri, Geleceğin Olasılıkları...
Geçmişin gerçekleri geleceğin olasılıklarını belirler. Geçmişi ne kadar iyi bilirseniz, ne kadar iyi anlar ve ne kadar doğru tanımlarsanız gelecek kurgunuzu da o kadar iyi ve doğru yaparsınız. Bu yüzden, 21 Mayıs’la simgelenen savaş ve sürgünle bütünleşik tarihin nasıl ve ne kadar bilindiği, nasıl algılandığı ve nasıl anlamlandırıldığı hayati derecede önem taşır.
Sanaldan Gerçeğe, Hamasetten Eyleme...
Bugün, geleceği kurmak için ihtiyacımız olan hemen herşeye sahibiz. Tek eksiğimiz bu tarihi şansı iyi anlamak ve kararlı bir irade ile gereğini yapmaktır. Başaramazsak tek sorumlusu kendimiz olacağız.
Bahar Muştusu
Amerikalı oyun kurucular yavaş yavaş dillendirmeye başladı, ‘Arap Baharı’ndan sonra sırada ‘Kafkas Baharı’ varmış. Gila Benmayor, 30 Eylül 2011 tarihli Hürriyet’teki köşesinde, şimdi ‘Atlantik Konseyi’ adlı düşünce kuruluşunun başında bulunan ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’la yaptığı konuşmaya dayandırıyor, ‘Kafkas Baharı’ muştu’sunu… Amerikalılar pratik ve pragmatik insanlardır, dünyaya çeki düzen verme işinde çağa uygun yöntemler bulmakta ve bunları iletişim illüzyonuyla dünyaya satmakta hamarattırlar. Yakın zamana kadar bu işi doğrudan CIA, Pentagon, NATO vb.
21 Mayıs: Unutmadık, Unutmayacağız
Trajik bir sürgünün çocukları olan bizler yaşadıklarımızı unutmadık. Unutmayacağız. Anavatanımız Kafkasya bugün de uluslararası güç oyunlarının merkezi halinde; hala savaşlar ve sürgünler yaşıyoruz. Diyasporada asimilasyona karşı kimliğimizi korumakta zorluk çekiyoruz. Dilimizi, kültürümüzü, kimliğimizi her geçen gün biraz daha yitiriyoruz. Diyasporadaki Çerkesler adına, dünyaya (tüm halklara, ülkelere ve uluslararası örgütlere) sesleniyoruz: Varlığımızı (dilimizi, kültürümüzü ve kimliğimizi) korumamız için bize destek olun. Vubıhça gibi diğer Kafkas dillerinin de yok olmasına izin vermeyin.
Zamanın Ruhu
Hepiniz gibi ben de, Tunus’ta başlayıp Mısır’ı oradan da Ortadoğu’nun diğer ülkelerini sarsan büyük dalgalanmayı ilgiyle izliyorum. Toplumsal meselelere merakımı kırık dökük tarih-siyaset bilgimle harmanlayarak olanı biteni anlamaya ve anlamlandırmaya çabalıyorum. Sanki zamanın ruhu, uygarlığın beşiğiyken sömürge konumuna düşen ve dikta rejimleri altında geri kalmışlığa mahkum edilen bu coğrafyada birşeyleri değiştirmek istiyor gibi… Henüz yorum yapmak için erken. Sorular çok. En canalıcı olanı ise, bu toplumsal başkaldırının yüzyıllardır taassubun ve diktatörlerin baskısı altındaki bu coğrafyaya özgürlük getirip getirmeyeceğidir.
Benzeşen Haller
Ruhi Su’nun ‘halimiz benziyor hallerinize’ türküsünü belki siz de duydunuz. Türkü kısadır, özdür, geleneksel bir ezginin üzerine yazılmış birkaç bilge sözdür. Evet, benzeşen hallerdir bireyleri ve toplumları biraraya getiren. Dünya kuruldu kurulalı bu böyledir; tüm örgütlenmeler, tüm birliktelikler benzeşen haller üzerinden sağlanagelmiştir. Benzeşen haller birleştiricidir. Bazen kurulu düzenin nemalananlarıdır benzeşenler, bazen de mağdurları. Feodal beyleri birleştiren de benzeşenler denklemidir, feodalizme meydan okuyanlar da. Spartaküs, kendi gibi köle- gladyatörlerle birlik olup başkaldırmıştır.
Dönüşçünün Türküsü
1864’den 1878’e onbeş yılda birbuçuk milyonduk vatanı terke zorlanan, 1990’dan 2010’a yirmi yılda üçbiniz vatana geri yolalan. Henüz üçbin dönüş öyküsü yazabildik, üç bin dönüş türküsü. Binleri onbinlere, onbinleri yüzbinlere ulaştırabilsek bir destan yazmış olacağız. Şimdilik her dönüşçü kendi öyküsünde, kendi türküsünde. Herbirı kıymetli, herbiri destanımıza bir iplik. Ve elbet, bu ayrı öykülerin bu ayrı türkülerin hepsinde ortak bir söz, ortak bir ses vardır: zordur dönüşçü olmak… Evet, dönüşçü olmak zordur.
Tematik Potpuri
‘Ortak akıl’ peşinde koşmaktan kendi aklımı yitirip CC’deki okurlarımı biraz ihmal ettim, özür diliyorum. Son bir-iki hafta benim için epey yoğun- yorucu geçti. Henüz toplarlanamadığım için, işin kolayına kaçıp bir ‘potpuri’ yapacağım. Tematik bir potpuri… Bunu, ‘benzeşik karışım’ ya da ‘benzerlerin karışımı’ diye (öz)Türkçeleştirebiliriz. Daha da anlaşılır kılmak için, kadim dil Abhazca karşılığını da yazayım: Yeypşu yeylapso… Tam da bizi tanımlayan ve aşağıdaki yazıya anlam katan bir sözcük. Ortak aklın ‘siyasi’ hali… Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun (Kaf-Fed) öncülüğünde düzenlenen ortak akıl toplantısı, 10-12 Aralık tarihlerinde Bolu Koru Otel’de yapıldı.
Akıl ve Umut
Ve nihayet gerçekliğin eli aklımıza ve yüreğimize dokundu. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden, Kafkasya’dan ve Avrupa’dan elli aydınımızın ve kanaat önderimizin katılımıyla gerçekleşen ‘Ortak Akıl Toplantısı’, toplumumuzu geleceğe taşıyacak çok önemli fikri açılımlar ve dönüşümler ortaya koydu. Kaf-Fed öncülüğünde gerçekleşen bu fevkalade önemli ve başarılı toplantının detaylı içeriği, kısa sürede yayınlanacak ‘sonuç bildirgesi’yle kamuoyuna duyurulacaktır. Bize düşen, Kaf-Fed yönetimine teşekkür etmek ve başta değerli akademisyenlerimiz Ayhan Kaya, Mitat Çelikpala, Sevda Alankuş, Erol Taymaz ve Şamil Erdoğan olmak üzere düşünce zenginliği yaratan tüm katılımcıları kutlamaktır.
Şimdi Siyaset Zamanı
Siyasetin, fırsatları ve riskleri yönetme sanatı olduğu söylenir. Fırsatlar mevzi kazanmak, riskler ise mevzi korumak için yönetilir. Her iki durumun da ustası olmak gerekiyor. Sadece fırsatlara odaklanıp riskleri görmezden gelmek kadar, risklere saplanıp fırsatları ihmal etmek de başarısızlığa çıkıyor. Başka değişle, fırsat varken (tutuk kalıp) avallayan da, risk varken (acul olup) çuvallayan da kaybediyor… Geçmiş kuşaklarımız siyasetin fırsatları ve riskleri yönetme sanatı olduğunu iyi bilselerdi ve risk-fırsat gelgitinde yol almada daha usta olsalardı, hiç kuşkusuz tarihimiz bir başka yazılırdı.
Aydın Profilimiz Üzerine
Genel kabul görmüş pozitif tanımlamaya göre, toplumların yönlendirici gücü aydınlarıdır. Aydınlar toplumların aklı, vicdanı ve yaratıcı dinamiğidir; gelişime, değişime öncülük eden ‘mızrak ucu’dur… Yine de, toplum-aydın ilişkisi ve etkileşimi hep tartışma konusu olmuş, aydınların toplumsal konumu yetkinlik, sorumluluk, uyumluluk vs. kıstaslar ışığında daima sorgulanmıştır. Bizim gibi diyasporik topluluklarda aydının tanımı, konumu ve rolü daha karmaşıktır. Temel soru, dahil olunan (büyük-hakim) ana toplumun sosyal, kültürel ve siyasal-ideolojik hegamonyası altındayken (küçük-özgün) diyasporik toplumun aydını olunup olunamayacağıdır.
Yüzleşme
Türkiye çok karmaşık ve sancılı bir değişim-dönüşüm süreçinden geçiyor. Hepimiz olup biteni anlamaya ve anlamlandırmaya çabalıyoruz. Kimimize göre otoriter devlet yapısından demokratik devlet yapısına geçiliyor (huraa), kimimize göre ise milliyetçi oteriterliğin yerini muhafazakar otoriterlik alıyor (yuhaa)… Bir diğer önemli tartışma noktası da, sözkonusu değişim- dönüşümün iç dinamiklerle mi yoksa dış yönlendirilmelerle mi gerçekleştiği. Yani, kendi kendimizi mi dizayn ediyoruz yoksa dışardan mı dizayn ediliyoruz… Kim neyi nasıl yorumlarsa yorumlasın, sonuçta tabuların yıkıldığı ve kutsalların sıradanlaştığı bir dönem yaşanıyor.
Geleceği Uzun Olanlar Devri
Hayatın akışı hızlandıkça ve rekabet keskinleştikçe gençlerin özel ve toplumsal yaşam alanındaki rolleri artıyor; karar ve yönetim erki yaşlılardan gençlere geçiyor. Toplumlar, geçmişin anılarını değil geleceğin hayallerini seslendirenlere prim veriyor. Bu, deneyimden çok atılıma, statükodan çok değişime öncelik veren yeni anlayıştır. Çağımızın en önemli değişimlerinden biridir. 2000’li yıllar, geçmişi uzun olanların değil geleceği uzun olanların devri… Değişim, tam da dünyanın en gelenekçi toplumu sayılan İngilizler’de başlamıştı. Muhalefetteki İşçi Partisi 1994’deki kongresinde 39 yaşındaki Tony Blair’i lider seçmişti.
Geleceği Aramak
İnsanoğlunun binlerce yıllık bilgeliği, hayata nasıl bakmamız gerektiğini şöyle formüle eder: Dünü hatırla, bugünü anla ve yarını düşün… Bu, geçmiş- şimdi-gelecek arasındaki içiçeliği ve devamlılığı öne koyan diyalektik bir tanım ve pragmatik bir önerme. Hem bireyler için hem toplumlar için geçerli bir rehber… Geçmiş-şimdi-gelecek ilişkisi sarkaç gibidir. Ağırlık merkezinde ‘şimdi’, iki ucunda ise ‘geçmiş’ ve ‘gelecek’ vardır. Bu canalıcı bir dengedir. Hayatın akışı hızlandıkça, bireyler ya da toplumlar arası rekabet arttıkça denge ‘gelecek’ lehine değişir.
Yalnızlığın Şarkısı
Yalnızlığın şarkısı hükmeder bize. Kafkasya’nın birliği, Kafkas halklarının birlikteliği diye yola çıkıp yirmi yılda iflas etmemiz ve gele gele Adige- Abaza-(ve Ubıh) birliğini bile çok görecek hale gelmemiz bundandır. Yüzyıl önce de böyle olmuştu, ve ondan önceki yüzyıllarda da. Yalnızlığın şarkısı teslim almıştır bizi… Yalnızlığın şarkısını rüzgar fısıldar kulağımıza. Efsunlu bir ses, kutsal bir söz gibi kuşatır bizi. Aklımıza, yüreğimize ve illaki egomuza hükmeder. Özgürlüğü bibaşınalık, özgünlüğü aykırılık sanacak kadar yalnızlaşmayı yüceltir benliğimizde.
Kazanmayı Öğrenmek
30 Eylül, Abhazya’nın ve tüm Kuzey Kafkasya’nın zafer günü. Abhazya halkı, kardeş Kafkas halklarının desteğiyle Gürcistan’a karşı verdiği özgürlük savaşını 30 Eylül 1993’de kazandı. 18 yıl önceki zaferla Abhazya, bağımsız bir ülke olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Kafkas halkları tarih boyunca nice savaşlar gördü, nice acılar çekti. Her savaşta destanlar yazıldı, büyük kahramanlıklar gösterildi. Yüzyıllardır ilk kez -evet ilk kez- kazanan taraf olduk. Yüzyıllardır ilk kez -evet ilk kez- kazandıran liderlere, kazandıran kahramanlara sahip olduk.
Umudumuz 'Yeni Nesil' Abhazlar
Geçen haftaki yazımızda (Gunda Demiröz’ün açık mektubundan hareketle) Abhazya’daki -ve diğer Kafkasya cumhuriyetlerindeki- kara düzene değinmiştik. Abhazya’daki gazetelerde de yayınlanan mektup kısa sürede olumlu etki yarattı; Abhazya Parlamentosu Gunda’nın sesine kulak verdi ve inceleme başlattı. Parlamento incelemesinin yolsuzlukları engelleyici sonuçlar vermesini diliyoruz. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Abhazya’da da ‘iyi’ ile ‘kötü’, ‘doğru’ ile ‘yanlış’ arasında mücadele devam ediyor. Sözkonusu yazımızda, 1992-93 savaşının talan ve ganimet kültürünü pekiştirdiğini, neredeyse meşrulaştırdığını belirtmiştik.
"En Yeni Dünya Düzeni"
İster beğenin-destekleyin ister kızın-kaygılanın, son dönemde Türkiye’nin dış politikası (diplomasisi) kabına sığmaz oldu. Komşularla sıfır ihtilaf sloganıyla atılan adımlar, karşılıklı vize kaldırmalar, Kuzey Irak Kürt Özerk Yönetimi ile ilişkiler, Rusya ile nükleer santral dahil dev enerji anlaşmaları, Brezilya’yı yanına alarak İran’ı ABD’nin gazabından kurtarma hamleleri vs. derken iş Gazze yüzünden İsrail’le boy ölçüşmeye kadar geldi. Bütün bunları AKP Hükümeti’nin vizyonu ve başarısı olarak alkışlayabiliriz ya da Başbakan Erdoğan’ın İslam soslu ideolojik hırsına ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Ortadoğu’nun Kissinger’i olma hevesine bağlayıp hafife alabiliriz.
1 Mayıs, Sanayi Devrimi ve Biz
1 Mayıs… Yılbaşını saymazsak, dünyanın tüm ülkelerinde ve tüm halklarında ortak kutlamayı hakeden tek gün. İşçi sınıfının dayanışma günü. Emeğe saygı günü. Barış ve demokrasi için mücadele günü. Hepimize kutlu olsun. Bu yılki 1 Mayıs’ın Türkiye için ayrı bir önemi, anlamı var. 33 yıl aradan sonra işci ve emekçiler yeniden Taksim’e ayak basacak. 1977’de 34 kişinin hayatına malolan kanlı 1 Mayıs, adım adım 12 Eylül askeri faşizmine gidişin işaretiydi. Nice canlar yakıldı, nice karanlık cinayetler işlendi.
Kılıç, Uykuda Vurulur
Mayıs ayı, büyük kurgu (doğa) ile ters düştüğümüz aydır. Doğa için meydan okuyuştur, uyanıştır, direniştir, yenileniştir. Bizim için se yenilgidir, sürgündür, hazandır. Mayıs paradokstur. Doğanın çoşkusunu kıskanacak kadar acı saplar yüreğimize. Mayıs sendromdur. Hüzünlendirir, öfkelendirir, hırçınlaştırır. Yüreğimizi burkar, aklımızı karıştırır. Bu kez erken çalmıştır kapımızı Mayıs sendromu. Yeni alametlerle. Bir ihanet ninnisi, bir gaflet uykusu gibi… Denizcilik bilgeliği der ki, ‘kılıç, uykuda vurulur’. Kılıç, avlanması en zor balıkmış. Tehlikeyi çabuk sezen güçlü algıları varmış.
21 Mayıs'ı Nasıl Anmalı
Değerli Dostlar, İstanbul’daki 21 Mayıs anma programı ile ilgili olarak 24 Mart akşamı İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nde yapılan hazırlık toplantısındaki değerlendirmeler ışığında, kişisel düşüncelerimi ve önerilerimi aşağıda dikkatinize sunuyorum; İÇERİK HAKKINDA Bu yılki 21 Mayıs anması, ABD ve Gürcistan’ın Rusya’yı siyaseten köşeye sıkıştırmak ve Kuzey Kafkas halklarını (Abhazlar ve Osetler dışındakileri) yanına çekmek için sürgünü siyasi araç olarak kullanma stratejisi nedeniyle ayrı bir önem ve hassasiyet kazanmıştır. ABD ve Gürcistan diyasporayı da kendi stratejisi doğrultusunda etkileme çabasındadır.
Kurtların Dalaşında Kuzular Kaybeder
CC’deki ilk yazımın Adige-Abhaz toplumunun özgün gündemiyle ilgili olmasını isterdim; Kafkasya’da olup bitenleri, diyaspora-anavatan ilişkilerini, dönüş, kimlik, örgütlenme vb. yakıcı konuları tartışmayı… Ama ne mümkün. Her geçen gün nefes almanın zorlaştığı bir ülkede yaşıyoruz. Gerilim öyle yükseldi, hesaplaşma öyle keskinleşti ki, mecburen öncelik vermek gerekti. Belki bir kısmımız olup bitenleri anlamış-anlamlandırmış ve zihnen rahata ermiştir. Bunu başaranlara ne mutlu. Ben hala ‘acaba’lar labirentinde yuvarlananlardanım. Bitaraf, dolayısıyla bertaraf durumdayım. Üstüme çöken iki büyük hava basıncından hangisinin alçak hangisinin yüksek olduğu üzerine kendi kendime körbahis oynuyorum.
Çerkesler Kimlikleriyle Hep Didişecek
Ajans Kafkas’ın düşünce turuna konuk olan Demokratik Çerkes Platformu sözcüsü Sezai Babakuş, Çerkeslerin kimlik arayışındaki bunalıma dikkat çekerken gerek etnik, siyasal ve dinsel tanımlamalar gerekse diasporada dayatılan etiketler nedeniyle ‘ben Çerkes’in’ derken hep kimlikleriyle didişme içinde yaşayacağını söylüyor. Babakuş’un Kafkasya’nın da etnik tanım olamayacağına dair itirazları var… İşte Babakuş’la düşünce turu… BİRİNCİ BÖLÜM: KİMLİK Sizi kendi ağzınızdan tanıyabilir miyiz? Apsuwa’yım. Hendek doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimden sonra gazetecilik okudum. O zamanlar İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne bağlı bir gazetecilik bölümü vardı, onu bitirdim.
21 Mayıs, DÇP’nin Duruşu ve Yarınlar...
21 Mayıs'ı anmanın amacı vardır. DÇP 21 Mayıs'ı (savaşı ve sürgünü) hatırlamayı, tarihi sorgulamanın, dünden bugüne bir insanlık suçunun ifade edilişinin, haksızlığa karşı hak aramanın yanısıra, bir kimlik tanımlaması ve bugüne dair taleplerin dile getirilmesi olarak gördü. Ve bu kimlik tanımlamasını ve taleplerin ifadesini, gizli-saklı, kıyıda-köşede değil tam da kamu alanına çıkarak yapmayı seçti.
Federasyon ve Konfederasyon Konusunda Düşünceler
Değerli Marje katılımcıları, Medeni Kanun ve Dernekler Kanunu’da, sivil toplum örgütlenmelerine yeni olanaklar sağlayan değişiklik çalışmaları ile birlikte toplumumuzda da yeni örgütlenme modelleri ile ilgili çalışmalara başlanmıştır. Bununla ilgili olarak Ankara, İstanbul ve diğer kentlerde toplantılar düzenlenmekte, model arayışları ile ilgili tartışmalar yapılmaktadır. Toplumumuzun dinamik kesiminin katılımcısı olduğu Marje platformunun da bu tartışmalara ve fikir alışverişine yardımcı olabileceği kanısındayım. Tartışmaya başlangıç oluşturacağı kanısı ile, yeni örgütlenme modeli konusunda öne çıkan soruları ve buna ilişkin düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Abhazya için Öneriler
Yarın ‘keşke’ dememek için, Abhazya’da ve diasporada herkesin bilgi ve katkısını sağlayacak, her imkanı değerlendirecek ulusal bir program oluşturmamız ve yeni bir atılım yapmamız gerekmektedir. Bu amaç ve sorumluluk bilinci ile, kişisel düşünce ve önerilerimi bilgi ve değerlendirmenize sunuyorum.